11-Yatağını Islatan Çocuk

Pek çok insan bırakın bebekliği, çocukluğunun belirli bir dönemine kadar zaman zaman altını ıslatır. Bazen bu ciddi bir sağlık problemi de olabilir. Bu işin çözümü çoğunlukla zamana ve doğanın gücüne bırakılır.

Ali Gardaş bir köşede, ben hemen onun yanında yer yatağında, Refika ablam da karşı sedirde yatıyordu. İki odalı şirin bir evimiz vardı. Hasan dede, ev döşemelerini Zülfiyar ustaya özel olarak yaptırmıştı.  Eski evlerin düzenine benzemiş biri uzun biri kısa, evi baştan başa saran iki sedir, güzel işlenmiş ve aydınlığa bakan bir lambalık, özel yapılmış iki küçük kanatlı kapı ve iki iç kapı, zeminler özel tahta döşeme ile kaplanmış, süpürgelikler zemin tahtasıyla uyumlu bir şekilde işlenmişti. Köşede ortaya konabilecek şekilde duran bir ahşap sehpa vardı. Oldukça sade yapıda, basit görünümlü ama fonksiyonel bir sehpa idi.

Bu sehpa öyle güzel tasarlanmıştı ki; ters çevirip içine oturduğunuzda güzel bir çocuk oyuncağı, üzerine yemek sinisi konduğunda insanları etrafında toplayan bir yemek yeme aracı, oturacak yer ihtiyacı olduğunda pratik bir oturma ve dinlenme aracı, bazen yüksek yerlere uzanmak için merdiven oluyordu.

Sedirlerin üzerinde sıkıca döşenmiş ot yastıklar bulunurdu. Bu yastıkların dışı özel desenli kilim veya halıyla kaplanırdı. Yastıklar, minder ve döşemeleri, üzerine serilmiş özel işlenmiş beyaz uzun kılıfla çok uyumlu görünürdü. Minderlerin arasına küllükler ve tesbihler konurdu.

Sedirlerin altı son derece düzgün tahtalarla bölümlendirilmiş, özel kapıları olan yüklük biçimindeydi.

Duvarlarda özel, tarihten kesit gibi bir mesaj içeren el dokuması Bünyan halısı vardı.

Hasan dede ailesi için küçük ama güzel mi güzel, şirin mi şirin bir ev yaratmayı başarmıştı. Hele akşam işten eve gelip sırtını sedire vererek bir çay içmek yok mu, çok özel bir keyif verirdi insana. Büyük odanın üç penceresi vardı. Doğuya, güneye ve batıya bakan pencerelerden güney ve batı yönündeki pencerenin önünde elini uzatarak kaysısını yediğimiz ağaçlarımız vardı. Onlar hem çok güzel bir görüntü verir, hem de evi aşırı sıcaktan korurdu. Kışın üzerinde taşıdıkları karlarla birer kartpostal görüntüsü oluştururlardı. Evin doğusu ise özellikle baharda kendine has çok özel koku yayan iğde ağaçları ile kaplıydı.

Eve gelirken köyün girişinde sizi sağda yaz kış sürekli akan Aşağı Pınar karşılardı. Onu geçince küçük bir köy meydanına ulaşırsınız. Hemen sola hafif yukarı doğru dar bir sokak sizi kendine çağırır. Sokak girişinde hemen sağda yazın buz gibi kışın ılık akan suyuyla ünlenmiş Isırgı Çeşmesi vardı. Bahçe ev duvarlarıyla çevrili ancak bir aracın gidebileceği kadar dar bu sokakta elli metre girmeden yolun sola, sağa ve yukarı doğru devam ettiğini görürsünüz. Hemen sola dönüp, sol elinizle kaysı yapraklarına dokuna dokuna 20 metre yürüdüğünüzde, Hasan dedenin evine gelirsiniz.

Evin kapısı giriş yönünde doğuya konumlandırılmıştı. Doğu, güney ve batı yönlerinde penceresi vardı. Yani güneşi doğuşundan batışına kadar bu evden izlemek mümkündü. Özellikle yazları ay ışığını, onun yükselişini, size yaklaşmasını ve küserek bazen uzaklaşmasını, yani ayın tüm hallerini uzandığınız yerden tüm gece boyu yaşayabilirsiniz.

Böyle güzel bir akşam uzun bir aile sohbeti yapılmıştı. Aile sohbetleri çocuklar için ideal bir masal gibi olurdu, hiç bitmesin istenirdi. Öyle ki çoğu zaman dinlerken ne zaman nasıl uyuduğunuzun farkına varamazdınız. Nasıl uyuduğumu hatırlayamadığım böyle bir gecede bir ara dışarı çıkma ihtiyacı hissettim. Hissetmekle kalmayıp hemen kalktım, önce oda kapısını açarak salona, sonra salon kapısını da açarak dışarı çıktım.

Evin hemen önüne işemek olmazdı. 10-15 metre dışardaki tuvalete, ya da özellikle güzel ay ışığı altında harmana doğru yürüyerek açık alana gidilirdi. Ben de öyle yaptım, harmana kadar yürüdüm ve gökyüzüne baktım. Yıldızlar alabildiğine derindeydi, izle beni diyorlardı.  Aheste aheste, tadını çıkararak işimi yaptım. Rahatlamıştım. Oh be dünya varmış diyerek geri döndüm. İçeri nasıl girdiğimi hatırlamıyorum, ama yatağa uzanıp derin bir uykuya dalıyordum ki, hafif bir ıslaklık hissiyle ürperdim. Bir an gözümü yarım açarak ne oluyor derken, elim pijamama uzandı. Daha doğrusu pijama gibi uzun donuma, donum ve yatağım sırılsıklam olmuştu. Gerçek olan rüya, rüya olan da gerçek olmuştu.

Gözümü endişeli bir şekilde açarak sağa sola baktığımda herkesin uyuduğunu düşünmüştüm. Kalkıp üzerimi değişmek için değişik kıyafet aradım. Bunun için odadan kapıyı açarak ara hole geçmem gerekirdi ki, bu durumda birileri uyanabilirdi. Birden aklıma Ali ağabeyimin yanına sokulmak geldi. Hemen 40-50 cm yükseklikteki sedire, ağabeyime doğru yöneldim. Usulca sokuldum ağabeyimin yanına, oh be! kuru yatak iyi gelmişti. Hafifçe yorganın bir tarafını üzerime örterek uyumaya başladım.

Bu arada bir an ağabeyimin kıpırdadığını sanmıştım. Sonra oh be demiştim. Ne de rahatmış ağabeyimin yanı. Sabah gözlerimi açtığımda kimse yoktu. Herkes işe gitmişti. Dikkatlice sağa sola bakarak ortamı kontrol ettim. Yavaş adımlarla odadan çıktım. Yüklükten kendime çamaşır bularak üzerimi değiştim ve ıslak yatağı doğal kurumaya bırakarak oyuna daldım.

Yıllar sonra büyüdüğümde ve bir yaz köyde buluştuğumuzda Ali ağabeyim bana takılmıştı. Üzerimi ıslattığın günü hatırlıyor musun? Sonradan anladım ki, ağabeyim üzülmeyeyim diye sidik kokusuna ve ıslaklığa aldırış etmeden durumu idare etmişti. İşte Ali Gardaş böyle bir insandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler