14-Gülay Bacının Yaman Kavgası

Hüseyin akranlarına göre ilkokula bir yaş küçük yazılmıştı. Yaşı küçük, boyu küçük, adı küçük, gel de çık bu işin içinden. Küçük olmakla beraber, bir köşede durup herkesle aynı koşullardaymış gibi yarışlara girmese, çok sorun olmayacaktı. Arada kaynayıp gidecekti.  Ama o küçüklüğüne aldırmaz, hemen her oyunda, yarışta yer alır, ben de varım demeye çalışırdı. Elbette bu durum Hüseyin’in sık sık kavga etmesine, tam olarak kabullenemese de çoğunlukla dayak yemesine, en azından mağlup olmasına neden olurdu. Buradaki en büyük güvencelerinden biri Lütfi amcasının kızı Gülay bacıydı.

.Gülay, Hüseyinlerden bir-iki yaş kadar büyüktü. Çok hareketli, güçlü kuvvetli, güleç yüzlü ama kavgacı mı kavgacı bir kızdı. Nasıl olursa olur,  mutlaka kavganın önemli bir kısmına Gülay bacı yetişirdi. İki elini beline koyarak, sanki büyümüş de küçülmüş “Hasan emmimin oğlunu yalnız mı buldunuz, ona mı gücünüz yetiyor” diye,  bir dalardı ki, birkaç dakika içerisinde kavgaya karışanlar kaybolurdu.

Sonra Hüseyin’in yerlerde dağılan kitaplarını defterlerini toplar, kıyafetini düzeltmesine yardım eder, eve doğru giderken de sıkı sıkı tembih ederdi: “Sana dokunamazlar, hele bir dokunsunlar. Tamam mı emmioğlu, kimseye de kavga ettiğini söyleme ha. Ablam (Emine hatun) duyarsa valla dayanamaz.”

Bazen çocuklukta kavgalar ilginç bir hal de alabilirdi.

Bir gün Hüseyin, akrabası ve çok yakın sınıf arkadaşı Mehmet Aliyle kavga etmeye başlar. Nedeni belirsizdir ama kavga başlamıştır. Mehmet Ali, Hüseyin’e göre bir yaş büyük ve biraz daha yetişkindir. Belki de sıkı kavga etseler, Hüseyin’e gücü rahat yetecektir. Ama Allahtan onun da pek kavgada altyapısı iyi değildir.

İki arkadaş da gurur yaparlar, ağırdan almazlar.

Mehmet Ali, “Sen Gülay’a güveniyorsun değil mi?” der.

Hüseyin, “Hayır” der, “Ben kendime güveniyorum. Asıl sen kime güveniyorsun” diye karşılık verir.

Mehmet Ali, “O zaman, madem kendine güveniyorsun, yokuşun altına gidelim, orada kavga edelim” diye öneride bulunur.

Yokuşun altı, köyün girişinde, köyden 700-800 metre dışarıda, ağaçlarla birlikte rahat kavga edilebilecek bir yerdir.

İki arkadaş aralarında anlaşırlar.

Yokuşun altına gidip orada kavga edeceklerdir. Kimin kimi döveceği kavga sonunda belli olacaktır.

Kavga edilecek yere doğru bazen yürüyüş hızında bazen de koşar adım giderler. Yolda pek kimse yoktur.

Ara sıra da olsa uzaktan birileri görünüp kaybolur. Dışardan bakınca; ikisinin de kavgaya niyeti yokmuş, biri başlatmış ama geri dönemiyormuş izlenimi verirler. Sonunda kavga edecekleri yere gelirler.

Mehmet Ali:

“Buraya gelip giden var. Sıkıysa, eğer korkmuyorsan, Hanın Pınarına gidelim. Orada kavga edelim” der.

Hüseyin: “Tamam” der ve “Hatta istersen Kayacığa bile gidebiliriz” diye karşılık verir.

Kavgayı Hanın Pınarında yapmak üzere uzlaşırlar. Hanın Pınarı yokuşun altından iki kilometre kadar daha uzaktadır.

Hanın Pınarına doğru yürüye yürüye giderken, bir süre sessiz ve birbirini takip eden tempolu yürüyüş yaparlar. Bazen Hüseyin, bazen Mehmet Ali öne geçer. Yol uzundur, ister istemez bir ara konuşmaya başlarlar. Derenin kenarındaki patika yoldan bir o yana bir bu yana geçerken, birbirlerini de “Bak dikkat et, orada uçurum var, ayağın kayar” diye uyarırlar.

Nihayet Hanın Pınarına ulaştıklarında ikisi de yorulmuştur. Pınarın başına giderler. Güzelce ellerini, yüzlerini yıkarlar. Su içerler.

Pınarın yakınında Hüseyinlerin de Mehmet Alilerin de tarlası vardır. Pancar sökme vakti de yaklaşmıştır. “Pancar arabası yapalım mı?” diye bir birlerine sorarlar.  Sonra bir an göz göze gelirler. İki tarafın da kavga etmeye niyeti yoktur. “Biz buraya niye geldik. Kavga etmek için bu kadar yol gelinir mi?” diye başlarlar gülmeye.

Sonra çayırın üzerinde araba yaparlar. Arabanın tekerlerini takıp köye doğru koşarak giderler.

Yıllar sonra bu iki arkadaş ne zaman karşılaşsa, o kavgayı hatırlar ve birbirlerine; “Haydi kendine güveniyorsan yokuşun altına gidelim, yok yok Hanın Pınarına” diye takılırlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler