17-Atın Sağduyusu

Bir gün Veysel ağabeyim, “Hüseyin, haydi Gardaşım, çift sürmeye gidiyoruz” dedi. Büyükdere’de tarla sürmeye gidecektik. İki at, bir sürücü, bir sapan ve pulluk bu işin aktörleriydi. Kırat ve Alat ise bu işin baş aktörüydü.

Anadolu’da tarla sürmeye çift sürme de denirdi. İki Gardaş birlikte yola çıktık. Dört kilometrelik yokuş yukarı olan yol, at arabasıyla çok da uzun sürmedi. Nihayet Büyükdereye ulaştık.

 “Ağabey hemen başlayacak mıyız?” diye sordum.

Veysel ağabeyim; “Yok Gardaşım, yokuş yukarı atlar da yoruldu. Yarım saat kadar dinlensinler. Ben de bu arada, sapanı hazırlayım. Koşumları kontrol edeyim. Sen şu atların torbasını arabadan ver bakayım. Azığımızı da gölgeye koy, sonra akşama kadar aç kalırız ha” diye uyararak karşılık verdi.

Veysel ağabeyim, sapanı kontrol etti. Tarlaya şöyle bir göz attı: “Önce şu derenin içinden bir evlek alayım.  Buradan başlamalı, süre süre yukarı doğru çıkarız” dedi.

 “En az 10 gün buradayız, ona göre” diyerek sözünü tamamladı. Bu arada, Ali Gardaşın pınarına baktım. Bu pınarı Ali Gardaşla Hasan dede yapmıştı, uzun bir uğraştan sonra, çok güzel bir pınar olmuştu.

Tarlanın tohum ekecek şekilde hazırlanması oldukça zahmetli bir işti. Bir ilkbahar, bir sonbahar olmak üzere toprak sil baştan sürülürdü. Tarla sürmek, sapan veya daha modern hali olan pullukla toprağın 20-25 cm derinden karıştırılmasıydı. Böylece toprak gevşer, havalanır, ekim için gerekli ortam oluşurdu. Tohum ekimi de yine tohumların toprağın altında bırakacak şekilde pullukla karıştırılması şeklinde yapılırdı. Sonra tapanla tarla düzenlenirdi.  Bu iş hem tohumların açıkta kalmasını önler, hem de ekin biçmeyi kolaylaştırırdı.

Bir gün, iki gün, derken bir hafta geçmişti aradan. 30 dönümlük Büyükdere tarlasının önemli bir kısmı çizgi, çizgi, adım adım arşınlanarak sürülmüştü.

Veysel ağabeyim arada bir “Haydi Gardaşım iki üç gün daha sabredelim. Bak maşallah tarla mis gibi toprak kokmaya başladı, inşallah seneye burası bizim yüzümüzü güldürecek” diye moral verirdi.

Çift sürmeyi çok istiyordum. Bu isteğimi ağabeyime de söyledim. Ancak, henüz küçük olduğum ve pulluğu dik tutamayacağım gerekçesiyle bu isteğimi geri çevirdi. “İnşallah gelecek sene bu isteğini gerçekleştirebilirsin” diye de umut vermeyi ihmal etmedi.

Nihayet sürme işi bitmişti. Son aşama tapan çekmekti. 30 dönüm tarla bütünüyle tekrar elden geçirilecekti.  Her durumda bu iş çok zevkli bir işti. Bunun nedeni hem işin sonuna gelinmesi hem de çift sürmeye göre çok kısa bir sürede yapılabilmesiydi. Üstelik çok hareketli olduğu için de çalışırken insan sıkılmazdı.

Veysel ağabeyim tapanın üzerine bindi. Tapan; üç dört metre genişliğinde, 20×30 cm kesitli, ahşap bir kalastan yapılırdı. Tapanın her iki tarafında atların bağlanacağı koşum yerinde, ortada bir kişinin üzerinde durabileceği hafif üçgenimsi yapıda desteklenmiş bir ayakta durma yeri olurdu. Ağır olması ve sağlamlığı önemliydi. İyi bir tapanı iki kişi zor kaldırırdı. Tapan üzerinden geçtiği keseği, toprağı ezer, tepeleri, çukurlara doğru taşıyarak toprağın düzlenmesini sağlardı. Son iki evlek kalmıştı ve Veysel ağabeyim iyice yorulmuştu. Bir ara biraz da dikkatsizlik sonucu ayakları tapanın üzerinden kaydı ve tapanın önüne düştü. Biraz kesekli, çukurlu bir yerdi.

Veysel ağabeyim; “Hop, hişt, dur hişt, dur” dediğinde atlar aniden durmuştu.

Fakat bu arada ayakları kurtarma aşamasını geçmiş, nerdeyse yarısı tapanın altında kalmaya başlamıştı.

Atların bir adım atması ağabeyimin önce ayaklarının sonra da tüm gövdesinin bütünüyle tapanın altında kalması demekti ve bu çok tehlikeliydi.  Genelde sese duyarlı olarak aniden duran atlar, ikinci sesle hareket edebilirdi.

Bu bir anlamda ölüm kalım mesajıydı.

Veysel ağabeyim, oldukça yumuşak bir ses tonuyla;

“Hop, hoop, hooop durun oğlum, durun.”

Atlar kulaklarını yaba gibi kaldırmıştı, sanki tehlikeyi sezinlemiş gibiydiler. Veysel ağabeyim yavaş yavaş ayaklarını tapanın altından çıkarmaya çalışıyordu. Hızlı hareket etse, ayaklarına zarar verebilirdi. Üstelik tapanı kaldırmaya gücü de yetmiyordu.

“Hüseyin Gardaşım, çabuk buraya gel!” dedi.

O esnada tesadüfen uzak bir yere oynamaya gitmemiştim.

“Ne oldu ağabey” diye sordum.

“Yavaşca gel, yanıma. Atların önünde dur. Ayağımı tabanın altından kurtarmaya çalışıyorum” dedi.

Koşarak atların önüne geldim.

Gelmesem de sanki onlar durumu algılamış, hiç kıpırdamamaları gerektiğini fark etmişlerdi. Özellikle Kıratın iki ayağını yana açıp, olduğu yerde sabit şekilde durması, Alatın da ona uyması, olağanüstü bir dikkat ve sağduyu gerektiriyordu.  Ailenin emektar, kadirşinas atları durumu çok iyi algılamıştı. Atlarla kurulan pozitif diyalog hayat kurtarmıştı. Ağabeyim bu sürede yavaş yavaş ayaklarını oynatarak tapanın altından kurtulmayı başarmıştı.

Atlara döndüm ve “Aferin çocuklar, aferin size. Haydi güzel bir dinlenmeyi siz bizden daha çok hak ettiniz” diye haykırdım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler