18-İnce Tarla

İnce tarla köye beş km kadar uzaklıkta, üç buçuk dönüm büyüklüğünde, ailenin gözdesi tarlalardan biriydi. Köyden kayacık istikametinde çok hafif bir eğimle ovaya doğru uzun bir süre gidilirdi. Yol üzerindeki Hanın Pınarı en önemli istirahat yeriydi. Burada mola verilirdi. Koca ovada su almak için buradan daha iyi bir seçenek yoktu.

Hanın pınarından iki km kadar ileri gidilince ince tarlaya ulaşılırdı. Bu tarla, gerçekten de ince ve uzun bir şekilde yola dik olarak konumlandırılmıştı. Yaklaşık 20 metre genişliğinde 175 metre uzunluğunda, iyi pancar veren, arpası buğdayı bire 15 verimden aşağı düşmeyen bir tarlaydı.

İnce tarla o yıl buğday ekiliydi, çok güzel buğday yetişmiş ve ailenin umudu olmuştu. Ekinler biçilmiş, yığınlar yüklemeye hazır hale getirilmişti.

Hasan dede; “Oğlum yüklemeye bu baştan başlayalım, temizleyerek ilerleriz” dedi.

Veysel Gardaş; “Tamam baba” diye karşılık verdi. Sonra da; “Arabayı şu iki yığının arasına çekeyim. Atları çözüp kenara alayım. Hüseyin de onları sınırda biraz yaysın. Hala bu sınırda çok güzel ot var. Biz de arabayı yüklemeye başlayalım” dedi.

Hasan dede arabanın üzerine çıktı, Veysel Gardaş da arabayı yüklemek üzere aşağıda kaldı.

Hasan dede ve Veysel Gardaş birlikte güzel bir araba yaptılar. Buğday sapları anadutla serenin üzerine kutu gibi dizildi. Eğer saplar arabaya tam bir kutu gibi düzenli yerleştirilememişse durum riskli demekti. Yolda kayabilir, bir kısmı dökülebilir, en önemlisi görenler; “İyi yükleyememişsiniz, böyle araba mı vurulur” şeklinde eleştirebilirdi.

Araba vurmak, taşınacak sapların arabaya muntazaman yüklenmesi işiydi.

Veysel Gardaş, çalışırken bazen dilini çıkarmayı çok severdi. Yine dili dışarda özenle arabaya buğday saplarını yerleştiriyordu. Bir deste, bir anadut bir daha, derken araba dolduruldu. Hasan dede üstte ona yardım etti.

Hasan dede; “Yeter Veysel, oğlum. Arabayı çok yükseltmeyelim, yollar çok düzgün değil. Biraz daha at, ben içini iyice çiğneyeyim, sonra bitirelim” dedi.

Hüseyin daha çok küçüktü, ancak yığın yerini tırmıklayarak ailesine yardım etmeye çalışıyordu. Bazen özenerek anadutu sapa saplıyor, ama bir türlü kaldıramıyordu. Veysel ağabeyi, “Gardaşım daha senin bir fırın ekmek yemen lazım. Sen tırmık çek yeter. O da çok önemli, aferin, yerde hiç buğday sapı kalmasın, tamam mı? Dedi. O sırada Hasan dedenin sesi duyuldu;

“Tamam oğlum, güzel araba oldu. Ben inmeyeceğim, yoruldum, sen atları koşumla, yola çıkalım.”

Babasının sapın üzerinde gitmesini doğru bulmasa da Veysel Gardaşın; “Olmaz baba” deme şansı yoktu.

Atların ve arabanın koşumları tamamlandı.

İlk hareket ve tarladan çıkışlar zordu. Zira su arkları, yüksek sınırlar veya gömülen tekerler yüklü sap arabası için hep sıkıntı yaratıyordu. Sonunda kazasız bir şekilde normal yola çıkabildiler. Yol; ince, ancak bir arabanın gidebildiği, ortası 20-30 cm kadar çayırlı olan ve iki tekerin izini toprağa bıraktığı bir yoldu. İki kenarı yine otlarla çevrilmiş güzel bir görüntü oluşturan bu yolda, köy yönünde Hanın Pınarına doğru yolculuk başladı.

Hasan dede yukarıdan talimatlar veriyordu, oğlum dikkat, sağ tarafta çukur var, ortalı geçin. Yolculuk sıkıntısız başlamıştı ve iyi gidiyordu. Fakat ne olduysa oldu; arabanın bir an yolun hafif sol tarafa doğru eğildiği ve eğimin arttığı bir yerden geçmeye başladığı bir sırada,  Hasan dedeye, “Ortalı otur, yol çok eğimli” demeye kalmadan, sağ teker bir taşın üzerine çıktı ve saplar sola doğru kaymaya başladı. Kayarken de arabayı sereniyle birlikte sola yatırdı.  Daha ne olduğunu anlayamadan araba bütünüyle sola yattı.

“Baba, baba” diye bağırdılar, ama ses yoktu. Elleriyle daldılar sapın içine, kenarlara doğru insanüstü bir çabayla sapları atmaya çalışıyorlardı. Telaşları, korkuları gittikçe artmaya başlamıştı.

Olağanüstü bir çaba harcıyorlardı, ama sapları atmak yine de zaman alıyordu.

Bir an arka kenara yakın bir yerde sapların oynadığını fark ettiler.  Hızla oraya yönelip sapları alırken Hasan dede de görünmeye başlamıştı.

“İyiyim, iyiyim” derken bir yandan sapın verdiği toz ve havasızlığın etkisiyle hapşırıyordu.

Babalarını kurtarmanın sevincini yaşarken onları bekleyen önemli bir iş vardı. Araba tamamen boşaltılacak, saplar yoldan uzaklaştırılacak ve tekrar arabaya yüklenecekti.

Dağılan sapları toplamak pek kolay bir iş değildi. Bu iş tüm günlerini aldı, ama yapacak bir şey yoktu.

Hasan dede sap getirirken hep ince tarla olayını örnek verirdi: “Bak oğlum, ince tarladan sap getirirken araba nerdeyse düz bir yerde devrildi. Bu sap işi hem yüklerken hem de getirirken çok dikkat ister.”

 

 

 

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler