2-Ali Gardaş Ortaokulda

Bir ağalık döneminin son demleri, yoksulluk, sefalet diz boyu. Ali Gardaşın böyle bir dönemde başlar okul yaşamı. O Hasan ağanın erkek çocuklarının en büyüğü. İnci gibi yazısı yanında özellikle matematik problemlerinin çözümünde gösterdiği başarı ile daha okulun başlarında öğretmenlerinin ilgisini çekmeye başlar. Tamamı “Pekiyi” ile dolu karnesi çok güzel geçen bir ilkokul eğitiminin belgesi olur. Beşinci sınıfın sonuna gelindiğinde öğretmenleri sık sık eve gelerek Hasan amcayı uyarır. “Hasan amca biliyoruz senin işin çok, ama bu çocuğu mutlaka ortaokula yazdırmalısın” derler.

Ali Gardaş, annelerini genç yaşta kaybetmiş bir ailenin eli iş tutmaya başlayan en büyük erkek çocuğudur. Annesi vefat ettiğinde henüz dokuz yaşındadır. Kendisinden iki yaş büyük olan ablası Refika, annesinin vefatından sonra onlara hem ablalık hem annelik yapmaya çalışmaktadır. Altı çocukla baş başa kalan Hasan Ağa çocuklarına mı yetişsin, bağ, bahçe, tarla işleriyle mi uğraşsın, ineğe danaya mı baksın? İşi gerçekten zordur. Ali Gardaşın küçüğü olan Emişen yedi, Veysel dört, Sultan iki yaşında, Ayşe ise sadece 40 günlüktür. Ali Gardaş, bu zor koşullar içerisinde bitirir ilkokulu.

Baba Hasan Koç çocuklarının okumasını çok istemektedir. Durumu hiç uygun olmasa da dayanamaz, öğretmenlerin isteklerini dikkate alır. Ali Gardaş’ı Gemerek Ortaokuluna yazdırır. Ortaokul çok zor koşullarda da olsa iyi başlar. Ali Gardaş, kısa bir süre içerisinde öğretmenlerin çok sevdiği öğrencilerden biri olmayı başarır. İlk dönem harika bir karne getirir.

Ali Gardaş, Kümeören’den 9 km uzaklıktaki Gemerek ilçesinde okula gitmektedir. Hafta içi bir akrabasının yanında kalır. Cuma’dan gelip köydeki işleri iki günde toparlar ve Pazartesi sabah tekrar okula döner. Nasıl gidiyor dersiniz okula?. Çoğunlukla yürüyerek, tabi geç kalırsa koşarak. Bu arada elde azığı ve kitapları da var. Eğer kırk yılda bir de olsa, karayolunda bir kamyoncu rastlayıp onu ve arkadaşını alırsa çok şanslı sayılırlardı.

Dönem bitmeden baba rahatsızlanır. Bir bacak iltihabı, onu uzun bir sure yatağa mahkûm eder. Ali Gardaş kimseye bir şey söyleyemeden köyün yolunu tutar. Öğretmenleri haber gönderse, mektup gönderse de, okula mutlaka dönmeli diye, Ali Gardaş okula bir daha gidemez. İlk yılın sonunda ikinci sınıfa dahi başlayamadan okul yaşamı tamamen biter.

Ali Gardaşın sarı saman kâğıdından oluşan küçük boy 50-60 sayfalık bir defteri 50 yıl sonra dolaşır ortalıkta. Aile onu gözü gibi saklar. Kardeşi Hüseyin bu özel defteri herkese gösterir. İnci gibi yazısına, çizdiği şekillere ve aldığı notlara bakan Hüseyin kendi kendine söylenir: “Vay be, fırsat verilebilseymiş Ali Gardaş’a, neler yaparmış?”

Ortaokuldan ayrıldıktan sonra Ali Gardaş için çiftçilik dönemi askerlik öncesine kadar devam eder. Ali Gardaş önemli sorumluluk üstlenmekte ve babasına yardım etmeye çalışmaktadır. Özellikle baba senede en az iki üç kez rahatsızlanmakta ve çıban denilen bugün için basit ama o günün önemli bir problemi ile uğraşmaktadır. Hastalığın tedavisi jilet darbeleri ile delinen olgunlaşmış çıbanın kaynatılmış su ile temizlenmesi biçimindedir.

Kayseri’den Biberci denilen bir cerraha ulaşıncaya kadar baba çeker bu problemi. Biberci küçük bir operasyonla temizler yarayı ve güzel bir tedavi uygular. “Amca, bu tedaviyi tam uygulayacaksın, bu reçeteyi kaybetme” der. Aradan 30 yıl geçer, baba eski reçetesini alarak Biberci’ye kontrole gider. Biberci güler ve amca der; “Tüm hastalar senin gibi olsa, biz Biberci güler ve amca der; “Tüm hastalar senin gibi olsa, biz doktorların işi çok kolay olurdu”.

Askerlik yolculuğuna amcaoğlu Hamza ile birlikte çıkar Ali Gardaş. Amcaoğlu olmanın yanında, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın Ankara’da ayrılışları oldukça duygusal olur. Ali Gardaş Ankara, Mamak’ta kalırken, Hamza Kütahya’ya gider. Dört aylık acemilik döneminden sonra Ali Gardaş Urfa, Hamza ise Eskişehir’e gider. 24 ay boyunca hiç görüşemezler. İki yıl askerlik demek iki yıl gurbetlik demektir aileye. Ali Gardaş şu dizeleri yazar ilk asker fotoğrafının arkasına;

Kıymetli babacığım Hasan Koç’a;

Mektup yazdım satıra

Ölsem gelmez hatıra

Kendim gurbette isem

Resmim kalsın hatıra

Selam eder ellerinden öperim.

Oğlun

Mehmet KOÇ

Askerlik Hatırası

Askerliğe alışır Ali Gardaş, ama gurbetlik zor geçmektedir. Bir ara baba dede dostları Şafak ailesini bulur, onlarla görüşür. Aile hasretliği gittikçe artar içinde. Urfa dağlarında kendisiyle baş başa kaldığında; çocukluğu, annesi, kardeşleri, babası gelir aklına. Çok erken yaşta kaybettiği annesinin hasreti ise hiç eksilmeden yüreğini yakmaktadır. Gece nöbetinde ay ışığında beklerken, sırtını verir Urfa dağlarına. Gökyüzünün derinliğine bakar ve bir destan yazmak ister annesi için. Sarı defter yaprağında, hala saklı olan bu destan yıllar sonra onların öksüz yaşamının kısa bir özeti olur sanki:

Kara toprak örttü annem yüzünü

Bırakıp gittin sevgili kızını

Kimler uyutacak körpe kuzunu

Ayşe küçüktü, adını vermeden gitti.

Felek yazımızı uğrattı kışa

Elim varmaz oldu gayri bir işe

Küçükken öldüler Sultan’la Ayşe

Beşiğe beleyip (koymadan) durmadan gitti

Annem öldü yüreğimden çıkmaz acısı

Kardeşleri gurbette yoktur bacısı

Garip değilsin ananın ol sucusu

Herkes ağladı, (kimsenin) kalbini kırmadan gitti

Urfa dağlarını gezdim boyladım

İsimim Ali, efkâr geldi söyledim

Evimizi hasta babama emanet eyledim

Genç annem güllerini dermeden gitti.

Urfa, Ağustos 1968.

Ali Gardaş askerde iken, bu sürede Hasan ağa düşünür: “Bu çocuk, ailemiz için okuldan ayrılmak zorunda kaldı, hazır okulunu bıraktı. Ona bir iş, bir meslek bulmalıyız. Gittikçe zorlaşmaya başlayan köy yaşamında ona iyi bir gelecek hazırlamak çok zor. Öncelikle bir ehliyet sahibi olsun. Olmazsa Adana’ya dayılarının yanına gider.” Bu düşünceleri Ali Gardaş askerden dönünceye kadar iyice olgunlaşır.

Askerlik dönüşü 10-15 gün sonra toplar çocuklarını Hasan ağa; “Bakın, uzun süre düşündüm ve Ali’yi Adana’ya göndermeye karar verdim” der. Sonra Ali Gardaşa döner; “Dinle oğlum, ben burada idare ederim, artık Veysel de yardımcı olmaya başladı bana. Seni Adana’ya göndereceğim. Orada ehliyetini alırsın. Ağır vasıta ehliyetinle birlikte bir mesleğin olur, tamam mı?” Ailesinden ayrılmak istemese de, baba böyle uygun görmüşse Ali Gardaşın söyleyecek bir şeyi kalmaz.

Aradan 10-15 gün daha geçince, haydi der Hasan ağa, “Daha fazla alışmadan oğlum. Adana’ya gitmelisin. Adana’da dayıların var. Dayıların da çok mutlu olur. Çünkü çok sevdikleri bacılarının, Remziye’nin oğlu yanlarında olacaktır artık.” Ali Gardaş gider Adana’ya, oradaki yaşamı Mavi Salkım’daki muavinlik işiyle başlar. Esas amaç, ehliyet alarak şoförlük mesleğine sahip olmaktır.

1970’li yıllarda ehliyet almak, hele de ağır vasıta ehliyeti almak gerçekten zordur. Uzun süre muavin olarak çalışılır, adaylardan araç kullanma becerisinin yanında araç kültürünün de alınması istenirdi. Sonuçta daha sakin düşünebilen, daha fazla sorumluluk hisseden sürücüler ortaya çıkardı. Ve belki de bu nedenle ehliyeti olanların ve özellikle de ağır vasıta ehliyeti olanların toplumda çok özel bir saygınlığı vardı. Bu durum gelire ve hatta evlenmeye yansır ve sonuçta bunun etkisi sosyal ve ekonomik yaşamın tüm alanlarında hissedilirdi.

Ali Gardaş bir yıl muavinlik yaptıktan sonra ikinci yıl ağır vasıta ehliyetini alır ve aynı işletmede şoförlük yapmaya başlar. Yaklaşık 2 yıl çalışır orada ve sonra o işletme kapanınca, PAKYAĞ işletmesine şoför kadrosuyla girer. PAKYAĞ uzun soluklu çalışma alanı olur Ali Gardaş’ın. İsimleri hemen akla gelen Mehmet Savcı, Yücel, Zarif, Murtaza yakın arkadaşlarıdır.

Ali Gardaş çalıştığı iş yerinde çok sevilir. Başta kardeşi Veysel olmak üzere 9-10 kişi daha aynı iş yerinde Ali Gardaşın referansıyla çalışmaya başlar. Ali Gardaş işyerinde Mehmet Koç diye bilinir ve kendisine hep Koç diye hitap edilir. Personel alımı olacağı zaman Patronları fabrika müdürüne,.”Koç iyi olur diyorsa hiç düşünmeyin alın” der.

Ali Gardaşla birlikte Adana, aile için cazibe merkezi olur. Akraba, eş, dost Adana’da Ali ağabeyimiz var derler. Zaten kısa bir süre sonra Veysel Gardaş’ı da muavin olarak alır yanına Ali Gardaş. Ve Hasan ağa, kendi isteğiyle bu yolu bir kez açtığı için, çok olumlu düşünmese de bir şey demez, diyemez çocuklarına, “Tamam oğlum, iyi olur” der sadece.

Zaman zaman çocuklarını Adana’ya gönderme konusundaki pişmanlığı, onlara olan hasreti dudaklarından dökülen ezgilerden anlaşılır…

“Allı turnam bizim ele varırsan…

Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle…

Oy gülüm gülüm, tutmuyor kolum..

Turnalar oy.”

Check Also

Ali Gardaş/Resimler