Bir bahar günü Ali Gardaş 10 günlüğüne izin alır. Bayramı da Kümeören’de geçirecektir. Adana’dan çıkıp gelir. Ali Gardaşın geldiği duyulunca Hasan dedenin evi dolup taşar. Geç saatlere kadar çok güzel sohbetler edilir. Aradan üç dört gün geçer. Bir gece, yüksek sesle tartışmalar duyan Ali Gardaş uyanır ve ne oluyor diye kulak kabartır.
Hasan dede eşi Emine hatuna;
“Deli Çıtağın kızı (kızmışsa deli çıtak, sevecenlik varsa Çıtak Ahmet’in kızı), bak hatun! Güğüm dedin aldım. Yeni hamur leğeni istedin aldım. Battaniye dedin, aldım. Peşke, aldım. Neyi bahane ediyorsun? Ne dedin de almadım?
Durum anlaşılır. Hasan dede Emine hatunu sıkıştırmaktadır. Emine hatun ise yorgunluktan cinsel yaşamı düşünecek halde değildir. Fakat dede, kafaya koymuştur bir kez; mazeret dinlemez.
O günlerde hanımların işlerini kolaylaştıran önemli araçlardan biri de güğümdür. Özellikle 70-80 metre uzaktan taşınan su, suyun getirilmesi, tozdan topraktan korunması düşünüldüğünde ve en az aldığı su kadar ağır olan bakır kaplarla bu işin yapıldığı dikkate alındığında, güğümün önemi bir kat daha artar. Güğüm: su getirmede veya sobanın üzerinde özellikle su ısıtmada kullanılan oldukça hafif ve kullanışlı, bugünkü sürahi tipinde, dar ağızlı, üzerinde kapağı olan, ancak oldukça hacimli ve en önemlisi hafif alüminyum bir kaptır.
Ertesi sabah Ali Gardaş kahvaltıda sorar;
“Abla, Emmim ne dedin de almadı, neden üzüyorsun onu?”
Hasan dede, bakar ki artık saklayacak bir hal kalmamıştır, izah etmeye çalışır. Emine hatun ise “Git herif, işinize bakın, uğraşmayın benimle” diye sitem eder. Ve keyifli bir kahvaltı başlar.
Küpten yeni çıkarılmış, kendine has kokusu ve lezzeti ile küp peyniri, taze tereyağı, evin önündeki taze kaysıdan yapılmış reçel, biraz da acı biber, soğan, domatesle pişirilmiş menemen ve ısıtılmış pobuç ekmek sofrayı süslemektedir.
Sofrada oluşan sıcak havayı fırsat bilen Emine hatun Ali Gardaşın kulağına doğru eğilerek ama herkesin duyacağı bir sesle:
“Oğlum Ali, biraz akıl ver şu babana. Bu yaştan sonra kudurmuş mu ne?”
Hasan dede duyar ama “Tepki gösterse bir türlü, göstermese bir türlü. Çocuklar takılmaya devam edecekler, en iyisi konuyu kapamak” diye düşünerek sessiz kalmaya çalışırken Hüseyin’den hiç beklenmedik bir soru gelir:
“Eee ağabey senin bir anın vardı, annem ve babamla ilgili. Şu yorganın altından tekme atma olayı. Vardı ya bir gece, ben uyanığım dercesine bir tekme atmıştın yorganın altından. Biraz anlatır mısın?”
Bakar ki Hasan dede iş gittikçe derinleşiyor. Hemen tecrübesini konuşturarak konuyu değiştirir.
“Oğlum, şu damın değiştirilmesi gereken yerleri var, mutlaka kıştan önce değiştirilmesi gerekiyor. Bugün değiştirelim, yağış falan olursa perişan oluruz. Haydi, kahvaltınızı çabuk yapın.”
Bunun anlamı aynı zamanda fazla da konuşmayın demekti.
Hasan dedeyi daha fazla konuşturamadılar, fazla zorlamak da tehlikeliydi. Hasan dedenin sağı solu belli olmazdı. Ali Gardaş ve Hüseyin, göz göze bakışıp gülüştüler.
Yılların kerpiç damı zaman zaman sorun çıkarıyor, ısınan ve buhar etkisiyle daha kısa sürede çürüyen ağaçlar, üzerindeki yükü taşıyamıyor, ya bel veriyor, çukurlaşarak durumu korumaya çalışıyor, ya da yüke tamamen pes ederek deliniyordu.
Ahırın damı; yaklaşık 2×4 metrelik bir alanda yaklaşık 30 cm kadar bel vermiş, çöktüm çökeceğim diyordu. Aşağıdan, ahırın içinden incelediğimizde taşıyıcılardan biri kırılmış, yan bağlantılar kopmuş, sadece sıkışmış toprağın kendi kendini taşıyabildiği bir durum söz konusu idi.
Hasan dede gerçekten haklıydı, kış gelmeden bu tür tamiratlar mutlaka yapılmalıydı.
![]() |
![]() |
Hasan dede, çocuklarına kıyamamakla beraber başka da seçeneği yoktu. Zira, tek başına yapılabilecek bir iş değildi. Bu nedenle, ihtiyaç duyulan tamiratları tamamlamak istiyordu.
Kahvaltıdan sonra alınan keyif çayları ile ilk keşifler yapılırken bir yandan da yapılacak işler planlandı.
Taşıyıcı ağaç, destek ağacı, örtücü dal parçaları, sap, toprak, su, bıçkı, çivi, keser, bel, kürek, kazma, çamur kovası vb. hazırlıklar tamamlandı.
En güç olanı değişecek olan güdüğün (taşıma kalası) yerine yenisini bulmaktı. Neyse ki Hasan dede hazırlıklıydı ve “Ya lazım olursa” diye yazdan bir selvi ağacı kestirmişti.
Dolayısıyla ağaç malzeme sorunu pek yoktu. Ancak 2×4 metrelik yer için en az 3×5 metrelik bir yerin toprağını, diğer yerlere zarar vermeden açmak gerekiyordu. Yılların birikimi, en fazla 30 cm toprak var dediğiniz yerden tonlarca toprak çıkıyordu.
Yavaş yavaş ahırın içine fazla dökmeden damdaki toprak bel ve kürekle dışarı, duvarın dibine atılıyordu. Malzemeler hazırlanıp tam işe başlanmak üzereydi ki Mithat emminin “Kolay gelsin” diyen sesi duyuldu.
Mithat emmi, Hasan dedenin amcasının oğluydu. Oldukça becerikli, gençliğinde ahşap işleri de yaptığı veya yaptırdığı için önerileri göz ardı edilemeyecek birisiydi. Dam aktarma işi, ustalık kadar ciddi bir beceri de gerektiren bir işti.
“Ağaç sorunumuz yok” dedi Ali Gardaş, sonra da; “Üzerini bir açalım, durum aşağıdan göründüğü gibi mi? Sonra ölçer biçer ona göre hareket ederiz” diye ekledi. Mithat emmi; “Ağaçları kontrol ederek, biraz eğriceymiş, yerine yerleştirirken sorun çıkarabilir, ama bir açın da bakalım, biraz yan döndürülerek olabilir” diye düşüncesini ifade etti.
Hüseyin damın açılacak kısmını bellemeye başladı. O bellerken Ali Gardaş, kürekle çıkan toprakları damın dibine, aşağıya atıyordu. Sık sık; “Aman Gardaşım, çökebilir. Yumuşak ve çökük yerlere fazla basma. Yavaş ama dikkatli çalışalım” diye uyarıyordu. Sorunlu dam kısmının toprağını temizleyip açığa çıkarmak iki saati bulmuştu.
Ahırın ortasında kocaman bir delik oluşmuştu. Açılan boşluğa göre mevcut ağaçlar tekrar ölçüldü, biçildi ve naylon dahil damda kullanılacak malzemeler tekrar gözden geçirilerek kullanıma hazır hale getirildi. Bu arada fazla uzun olan ağaçlar kesildi. Yatnak* denilen enine konulacak daha ince ve kısa taşıyıcı elemanlar özenle aynı boyda hazırlandı. Çamur karıldı. Örtücü çalı çırpı ayarlandı. Derken Emine hatunun haydi yemeğe çağrısıyla işe ara verildi. İşin yarısına gelinmişti belki ama yorgunluk belirtisi de gösterilmeye başlanmıştı.
Mithat emmi tüm ısrarlara rağmen yemek yemedi. Zaten çok az yerdi ve beslenmesine çok dikkat ederdi. Bu arada Emişen abla da işini toparlamış gelmişti. Yemek hazırlığında Emine hatuna yardım ederken, bir yandan da konuşuyordu;
“Emmim de çocuklara hiç rahat vermez, misafirliğe dinlenmeye mi geldiler, dam değiştirmeye mi? Babasının korkusundan çok da sesli söyleyemiyordu. Sıcak, güzel tereyağlı pilav ve bir domates salatası ve mis gibi kokan bir kavunla birlikte keyifler yerine gelmişti. Ali Gardaş yemekten hızlı bir kalkış yaparak, bacısına; “Çayı arada içeriz, biz ağaçları bir yerine yerleştirelim, yoksa akşama yetiştiremeyiz” dedi. Hüseyin’in hiç kalkacak hali kalmamıştı, ama ağabeyi kalkınca yapacak bir şeyi yoktu.
Dama önce büyük taşıyıcı güdük çıkarıldı. Onun için bir başka adama daha ihtiyaç vardı. Allahtan imdatlarına işini erken toparlayan Burhan ağabey yetişti.
Burhan ağabey, biraz söylenerek, biraz da oradakilere latife ederek iş yapardı. Ama eli uz mu uz, değme ustaya taş çıkaracak maharette idi. Gülerek ilk taşı yerleştirdi.
Bunlar hoca; biri üniversitede, biri kamyonun üzerinde şimdi unutmuşlardır bu işleri. Ali Gardaş, iri siyah gözlerini biraz daha irileştirerek; “Haydi emmioğlu, madem ustasın, göster marifetini. Allah allah, bu iş bizim işimiz dedik mi? Bak Hasan emmine “Yeğenin ilgilenmiyor” diye söylersem, vallahi mıhını siker, ona göre.”
Burhan ağabey biraz kızdırıp takılarak iş yapmayı çok severdi. Hocanın bu işleri bilmesi lazım ama, o ormancı. Derken kolları sıvadı. Şu hezeni buradan keselim yoksa döner, diyerek ilk testere ile kesimi başlattı. Karşısında bir Ali Gardaş, bir Hüseyin vardı ve sanki Burhan ağabeyin sınavından geçiyorlardı.
Ağaçları kesip dama göre ayarlamak gerekiyordu. Bu iş iki saat kadar sürdü. Nihayet üzeri çamurlanacak hale gelince çay molası vakti geldi.
Büyük bir özenle hazırlanan çamurlar kapanmış alan üzerine yerleştirilmeye başlandı. Ha gayret. O sırada Rıza ağabey de dayanamayıp yardıma gelmişti.
“Ya emmi, emmioğluma kıyamadım geldim” dedi.
Hasan dede hafif sitemli bir bakış fırlattı;
“Emmioğluna kıymayın, emminize kıyın, eşşoğlu eşşşekler” diye söylendi.
Alaca karanlık düştüğünde, dam bitmiş ama beş altı kişi de yorgunluktan bitap hale gelmişti.
Burhan ağabey; “Bire babam, bu işi beceremiyorsunuz, çiftçilik yapmayın bari” diye takılıyor, Rıza Ağabey de “Emmimin işi mecburen yapacağız, biz yapmasak kışın o bu işi nasıl yapacak” diyordu.
Sonunda yorgun ama mutlu bir akşam yemeği hak edilmişti.
Hasan dedenin ahırı bir kışı daha sorunsuz geçirecek şekilde güvenceye alınmıştı.