Bir yaz dönemi akşamüzeri ailenin yaşlıları oturmuş sohbet ediyorlar. Ali Gardaş da Adana’dan izne gelmiş. Gelirken de amcalarına birer gömlek, amcalarının hanımına da birer elbise almayı ihmal etmemiş. O elbise deyip geçmeyin, hanımlar bir yıl düğünde, önemli günlerde hep bu elbiseyi giyerler. Hatta bir yere gidilecekse ödünç elbise istenir, akrabadan, konudan komşudan.
İşte böyle bir yaz başlangıcında Hasan emmi, Hakkı emmi, Mithat emmi, Ahmet emmi Ali Gardaşı ortalarına alırlar. Adana, Mersin, portakal bahçeleri, Mehmet efendi, Ahmet dayı, hatır sormalar ve anılar derken, sohbetin koyu bir anında içeri Nusret girer.
Nusret Ahmet amcanın oğlu, Hüseyin’den iki yaş büyük, ama aynı yıl okula gitmişler. O bir yıl geç, Hüseyin ise bir yıl erken gidince buluşmuşlar orta noktada, Kümeören ilkokulunda. Nusret o yıllarda daha yeni askerden gelmiş. Şakacı, konuşkan birisi. Amcalarına takılmayı çok sever.
Nusret içeri girer girmez Ali ağabeysiyle kucaklaşır, öper elini. Hoş geldin nasılsın faslından sonra yerine oturmadan Hasan amcasına yönelir. Nusret; “Emmi ver elini öpeyim” der. Hasan emmi hemen bulmuş fırsatını, “Yok öptürmem” diye itiraz eder.
Nusret, “Neden emmi, ben ne kabahat işledim” diye ısrar eder.
“Duyduğuma göre askerden geldikten sonra sen şarabı küpüyle götürüyormuşsun. Benim yeğenim böyle içmez, ben içki içen yeğenime elimi öptürmem.”
Gülüşmeler olur.
Nusret: “Yok amca. Olur mu öyle şey. Ver elini öpeyim.” Zorla da olsa öper amcasının elini.
Hasan amca da; “Aferin yeğenim, zaten inanmamıştım, benim yeğenim yapmaz öyle şey” der.
Sohbet farklı konularda devam eder, iş tatlıya bağlanmıştır bağlanmasına da, ancak Nusret bu, rahat durur mu? Yine muzurluğu tutar ve bulduğu bir fırsatta Mithat emmiye yüksek sesle sorar; “Emmi, Hazreti Muhammet, peygamber efendimiz ne zaman peygamber oldu? Ne zaman vahiy geldi? Kırk yaşına kadar peygamber değildi, değil mi? Bu soru karşısında bir an herkes susmuştur. Tam Mithat emmi konuşmaya başlayacakken, Nusret soruya devam eder; “Peygamber efendimizin 18-20 yaşlarında genç iken en azından peygamber oluncaya kadar şarap içtiği söyleniyor. Doğru mu? O zaman şarap içmek günah değil miydi?”
Mithat emmi tarihi konularda bilgisi olan, konuşkan aklı başında birisidir. Mithat emmi yutkunur, soru hoşuna gitmese de açıklama gereği duyar. Konuyu biraz yumuşatarak güzelce açıklamaya başlar. O dönemleri hikâyeleri ile anlatır. Hasan emmi pür dikkat dinlemektedir. Ancak sonunda peygamberimizin 40 yaşına kadar şarap içtiğini söyler. Mithat emmi, açıklamasını bitirirken Hasan dede, bu konudaki oldu bitti karşısında çok hassastır. Mithat emmi daha sözünü bitirmeden müthiş bir çıkış yapar; “Bunu nerden çıkardın, artık peygamberimiz içki mi içerdi? Sen sapık mısın? Bu nasıl söz, deli Mithat” diye gürler. Herkes gülmemek için kendini zor tutar. Mithat emmi baktı olacak gibi değil. Ceketi omzunda dışarı çıkar. Çıkarken de söylenir; “Yok ya, bu adama, Hasan ağaya da bir şey söylenemiyor. Hele kızınca hiç bir şeyi dinlemiyor.”
Mithat emmi bozulmasın, küsmesin diye Ali ağabey hemen dışarı çıkar. Ama olan olmuştur artık ve Mithat emmi hızla yürüyerek uzaklaşırken sesi duyulmaktadır; “Hasmin allahü veli melmekul.” Hasan dede de çok üzülmüştür bu duruma. Ama bir kez ok yaydan çıkmıştır. Herkes hem sonuca üzülürler, hem de gülerler. Mithat emmi küsmüştür. Öyle ya haklıdır. Bugüne kadar ağızlarından pek kötü söz çıkmamıştır.
Mithat emmi birkaç gün kendinden daha küçük olan Hasan ağanın özür dilemesini, bir şekilde gönlünü almasını bekler. İki, üç gün geçer Mithat emmi geçmez yakınlardan, bu tarafa, uğramaz. Camide de görmezden gelirler birbirlerini. Ali Gardaş durumdan rahatsız olur, çağırır Nusret’i;
“Bak emmioğlu bu şaka amacını aştı, ne yap et, ben buradayken getir babamla, emmimi bir araya.” Nusret de, “Ali ağabey, sen bana yardım edersen, sanırım durumu düzeltebilirim.” “Tamam” der Ali Gardaş, “Haydi başla.” Nusret önce Mithat emmiye gider; “Mithat emmi, Hasan emmim çok üzülüyor, bu işte Mithat’ı da boşuna kırdık, yeğenim senin yüzünden oldu, al ikindi çayına getir de gönlünü alalım diyor ” der.
Bu masum yalan karşısında, Mithat emmi dayanamaz, yeterince uzak durmuştur zaten. “Öyle mi” der, “Vay deli oğlan, beni de üzdü ama ne yapalım Hasan ağa bu. Tamam yeğenim, ikinde namazından sonra camiden çıkınca gelirim.”
Nusret gider hızla durumu Ali ağabeyine anlatır. Mithat emmi gelecek. Nasıl ikna ettin der Ali ağabey, Nusret gülerek anlatmaya başlar, Ali ağabey “Tamam” der ve devamını anlattırmaz. Şu iğde ağacının altında bir çay içelim. Sen amcalarını da çağır. Doğaçlama bu işi halledelim.
Namaz çıkışı Hasan dede eve geldiğinde bakar ki, iğdenin altında dışarda sohbet kurulmuş, Mithat emmi de oradadır. Selamın aleyküm der, Ali Gardaşın hazırladığı sandalyeye oturur.
Oradakilere sırasıyla merhaba der. Mithat emmi de alır selamı. Ve hiçbir şey olmamış gibi başlarlar sohbete. Bir ara Nusret, Hasan dede ile göz göze gelir. Hasan emmi; “Eşek oğlu eşek, önce kavga ettirip, sonra barıştırıyorsun” der gibi Nusret’in gözüne bakar. Nusret dilini ısırır, gülmemek için kendini sonuna kadar zorlar.
Yeni sohbet alanları açılır, Ali ağabey; “Mithat emmi, bir anlat dedemgilden de dinleyelim. Rahmetli Güççük ağa nasıl bir adamdı. Biz hep başkalarından duyuyoruz.” İşte bu tam da herkesin bam telidir. Hele de Hasan dedenin babasından söz edilmesi her şeyi değiştirir.
Oğlum çayları tazele; bak, Mithat emminin çayı bitmiş mi. Bu soru ile işin tatlıya bağlandığı anlaşılır. Ali ağabey biraz uzaklaşarak sigarasını yakarken, yanına gelen Nusret’e takılır; “Hadi ucuz atlattın. Bu iş uzasa emmim senin mıhını sikerdi vallahi. Dua et uzamadı.”