Hüseyin, üniversite ikinci sınıfa geçmiş ve dersler biter bitmez ailesinin yanına Kümeören’e gelmişti. Yoğun bir iş döneminden sonra köyde ekinler biçilmiş, harman kaldırılmış, artık yaz mevsimi de yerini sonbahara bırakmaya başlamıştı.
Hasan Ağa;
“Oğlum” dedi, “Gitmeden şu kayacıktaki tarlanın hendeğini atın. Yoksa bahara oradan ekin alamayız.”
Kayacık, köyden yedi sekiz km kadar uzakta, ovanın en düz ve çayırlık bölgesindeydi. O bölgede yer altı suyu çok zengindi. Genelde baharda sular çekilmediği için çoğu zaman ektiğiniz arpa veya buğday su içerisinde kalır ve biçilemez hale gelirdi. Çayırlık alana çok yakın olan bu bölgede aşırı su yoğunluğuna karşı çözüm, tarlanın kenarına veya çeşitli yerlerine hendekler açarak yüzey suyunun bu hendekler aracılığıyla uzaklaştırılmasını sağlamaktı. Hendek yaklaşık 40-80 cm genişliğinde 80 cm’den 200 cm’ye kadar derinliği olabilen yapay bir kanaldı.
Doğal olarak bu kanallar üç dört yılda bir dolar ve yeniden temizlenmesi gerekirdi. Kayacıktaki dört dönümlük bu tarlanın da iki kenarında Ali Gardaşın askere gitmeden önce attığı, Veysel Gardaşın birkaç kez temizlediği hendekler vardı. Aradan üç dört yıl geçmiş, özellikle traktörle tarla sürümünün de etkisiyle hendekler tamamen dolu hale gelmişti.
Hasan Ağa; “Oğlum, amcaoğlun Mustafa’yla beraber bizim tarlaların hendeğini bir güzel yenileyin, iki tarlanın ortasındaki hendek tamamen dolmuş. Alttaki hendek de dolu. Birlikte çalışırsınız. Canınız sıkılmaz” dedi.
Sonuçta iki kişi bu işi yapmakla görevlendirilmişti. Hüseyin, babasının yalnızlığı nedeniyle ona destek olma sorumluluğunu içinde hisseden birisiydi. Mustafa ise, Hüseyin’in Cemal amcasının oğlu, Hüseyin’in kardeş gibi sevdiği içine kapanık bir insandı. Duygularını dışarıya pek yansıtmazdı. Dışarıdan bakılınca kolayca anlaşılan bir özelliği yok muydu? Elbette vardı. Bu özelliği Hüseyin ile yapacağı bu hendek açma işinde kendini gösterecekti. Mustafa bedensel çaba isteyen işleri sevmezdi. Kendini yoracak işlerden uzak dururdu. Kendi bedenine yorgunluk vermeden hayata tutunmanın en kolay yolunu bulurdu. Belki de bu onun hayata bakışını belirliyordu. Bu yüzden çalışma isteği yoktu. Çiftçiliğin gerektirdiği işlerdeki deneyimi oldukça azdı. Üstelik böyle bir deneyimin eksikliğini de hissetmiyordu. Ancak, sevdiği insanlara yardım etmek gerektiğinde zorluklara katlanmaktan çekinmeyen bir özelliğe de sahipti. Bu nedenle, Mustafa’dan tarla işi konusunda fazla beklentiye girmek pek gerçekçi değildi.
Akşamdan, beli, kazmayı ve kürekleri hazırladılar. Bir de kendilerine iki ekmek, bir süzme yoğurt ve sudan ibaret azık hazırlattılar.
Hüseyin ve Mustafa, ertesi sabah erkenden kayacık yoluna düştüler. Mustafa da Uludağ Üniversitesinde okuyordu. Yola çıktıklarında Mustafa başladı gülmeye;
“Eee, emmoğlu inşallah uzun değildir bu hendeğin boyu” dedi.
Hüseyin de gülerek;
“Boyunu bilmiyorum ama babam Hayriye ablamla da konuşmuş (Cemal Amcamın hanımı) hendeği en az 1,5 metre derinleştirmemizi istiyorlarmış. Sen dua et de toprak oturmuş ve çok sertleşmiş olmasın.”
“Yine biraz daha dua et de üvezler bizi rahat bıraksın.”
O bölgenin önemli özelliklerinden biri de çok küçük sinek yavrusu olan, ama çalışkan mı çalışkan olan üvezlerin insanı kızdırmasıydı. Özellikle 20-30 üvez grubu kafanızın etrafında dolaşır, biri kulağınıza, biri gözünüze, biri burnunuza girer veya girmek için ısrarcı olurdu. Bazen üvezlere kızar, onları uzaklaştırmak için kendinize okkalı bir tokat atardınız, ama nafile bir çabaydı.
Kayacığa ulaştıklarında daha şimdiden yorgunluk belirtisi başlamıştı.
Mustafa: “Amcaoğlu biraz dinlenelim” dedi.
Hüseyin gülerek, haydi işimizi bir planlayalım, sonra biraz dinlenir ve öyle çalışmaya başlarız. Tarlanın en yüksek yerine ve hendeğin ilk başına gittiler. Fena değildi, en azından 30-40 cm derinliğinde hendeğin yeri belirliydi.
Bismillah haydi bakalım amcaoğlu, bir kontrol edeyim yumuşak mı? Derken Hüseyin bir metre kadar kazdı ve hendeği yarım metre kadar derinleştirdi. Mustafa küreğe yaslanmış, Hüseyin’i izliyordu.
“Hüseyin” dedi, “Haydi dinlenelim. Bak sen de yoruldun.”
“İyi olur” dedi Hüseyin, Mustafa’nın elinden tuttu ve hendekten çıktı. Birlikte hendeğin kenarına oturdular.
Sen misin yere oturan, üvezler başlarına üşüşüp hoş geldin dediler.
Hüseyin; “Mustafa, ya çalışacağız ya da üvezler bizi yiyecek” dedi. Üvezlerin uzaklaşmasını sağlayan bir ot türü vardı. “Dur şu otlardan biraz kafamıza bağlayalım. Az da olsa faydası olur. Biraz rüzgar da çıkarsa, zaten mevsimleri bitmek üzere, bu üvezlerden kurtuluruz.”
O gün akşama kadar hendeği 20 metre kazmayı başarmışlardı. Gittikçe daha derinleştirerek, suyun akmasını sağlayacak bir eğimde hendek macerası devam edecekti. Akşam beli küreği hendeğin içine bıraktılar Elleri boş, köye doğru yola çıktılar.
Mustafa “Dua et de bir at arabası veya traktöre rastlayalım” dedi. “Yoksa köye kadar çok yorulacağız” diye ilave etti. Yedi sekiz km’lik yokuş yukarı yolu gitmek pek kolay değildi. Yolu yarıladıklarında Hakkı emmilerinin oğlu Burhan ağabey arkadan traktörle imdatlarına yetişmişti.
Traktöre alırken de takılmadan geçemedi. “Ooo maşallah, hocalar da çok çalışkan çıktı.”
İkinci gün çok yoruldular; bacakları, baldırları ağrı içinde kalmıştı. Ama hendeği kazmaya devam ettiler.
Hendek ilerledikçe iş gözlerinde büyüyordu. Hele Mustafa hendeğin yüksek yerine çıkıyor, bele yaslanarak karamsar bir şekilde “Nasıl bitireceğiz bu hendeği, şuradan Gemerek’e gidip biraz dinlensek mi” diye söyleniyordu. Gemerek de Kayacıktan aşağı yukarı yedi sekiz km uzaklıkta idi.
Bu önerinin anlamı Gemerek’e gidip iki üç gün kaytarmaktı.
Hüseyin; “Amcaoğlu hiç şansımız yok, bu iş bitecek. Hiç değilse kendi isteğimizle bitirelim bunu. Haydi bakalım yeterince ayakta dikildin. Şu bellediğim toprakları yukarı at. Dikkat et, yarısı içine yarısı dışına değil, tamamını hendeğin dışına atmalısın.”
Eğer Mustafa Hüseyin’e kıyabilse, bir yolunu bulup kaytaracaktı. Ama o da Hüseyin’i çok seviyordu. Onu bırakmaya kıyamıyor ve kendini zorluyordu. Hüseyin de elinden geldiğince onu işin kolay tarafında tutmaya çalışıyordu.
Bir gün yaşlılardan biri uzaktan izlemiş ve merak etmiş, yahu bu iki kişi çalışıyor çalışmasına ama biri, uzun boylu olan hep ayakta duruyor, diğeri, kısa boylu olan sürekli eğilip kalkarak bir şeyler yapıyor. Bu işte bir gariplik var diye ziyarete bile gelmişti.
Aradan yıllar geçip üniversite eğitimleri bittiğinde zaman zaman anlatıp Mustafa’ya takılırlardı. Bizim Mustafa bir hendek kazıyor ki görme gitsin, ortalama saatte bir bele dokunuyor, o da hendeği yarıp götürüyor, vallahi, helal olsun.
Hüseyin:
“Takılmayın amcaoğluma o elinden geleni yaptı, kazıdığım toprakların çoğunu o attı” diyerek onu korumaya çalışıyordu.
Hendek işi yaklaşık 10 günde bitmişti. Tarlalar dört beş yıl suya kesmeden ürün verdi. Hüseyin ve Mustafa rahmetli anne ve babalarından bolca aferin, hayır dualar aldılar. “Bizim üniversiteli gençler bir hendek yaptılar. Su kendiliğinde akıyor. E mühendislik okumanın bir faydası bu olmalı, aferin bizim çocuklara” diyorlardı.