39-Doyasıya Islanmak

Aklımdan bir türlü çıkmayan ve çok özlediğim anılardan birisi de tarla sulamaktı. Özellikle ilkbahardan yaza doğru filizlenerek güneşle buluşmaya başlayan bitkiler; domates, salatalık, soğan, patates, arpa, pancar hatta buğday mutlaka sulanmak isterdi. Ne kadar sulanabilirlerse o kadar büyüme-gelişme eğilimleri artardı. Kümeören bu bakımdan şanslıydı. Cemal amcamın büyük gayretleriyle köye bir sulama barajı yaptırılmıştı. Gerçi kendi ailelerinin, tüm kabilenin bağı bahçesi barajın altında kalmış ve mağdur olmuştu.  Ama köyün arazisinde beş altı kat verim artışı sağlanmış, bir anlamda bölgenin makûs talihi değişmeye başlamıştı.

Hava sıcak, yaz sıcağı gibi olmasa da ayaklarınız soğuk suyun içine girdi mi, kendinizi denizde gibi serinlemiş hissediyorsunuz. Genelde su yalnız sulanırdı, işin yoğunluğu nedeniyle. Bazen baba Hasan dede gelir suyu başlatır, “aferin oğlum böyle devam et, aman güzel sula” diyerek uyarısını yapar ve giderdi.

Sulama işinin en hassas kısmı, bir bellik suyu 20-30 cm derinliğinde 30-40 cm genişliğindeki su kanalını ‘ark’ dolduran suya bir bellik su denirdi) doğru yönlendirebilmekti. Bu suyu araya vermeden, bitkilere doğru düzenli şekilde ulaştırabilmek için önceden açılmış su arkları üzerinde yapılmış geverler (su yönlendirme bariyerleri) yoluyla su toprakla buluşturulurdu. Suyun toprağa doyduğuna ve bitkinin yeterli suyunu aldığına inanıldığında o gever açılır ve diğer gevere su verilirdi. Ham kalmış, suyunu almamış yer bırakmadan sulayabilmek için geverleri doğru yere açmak, zamanında değiştirmek ve suyu boşa akıtmamak çok önemliydi.

Yoncalık Hasan dedenin köye yakın bir yerde olan ve baraj yokken de dereden sulanabildiği için kıymetli tarlalarından biriydi. Çok uzun yıllarca yonca ekildiği için adı Yoncalık olarak kalan bu tarla, son yıllarda yetiştirdiği sebzelerle yine gözde olma özelliğini koruyordu.

İkindi vakti geçmiş, yoncalıkta su suluyordum. Yorgunluğum hat safhadaydı, karnım zil çalıyordu.  Geveri değiştirerek ekmek çıkının yanına gittim.  Güneşin de etkisiyle pobuç ekmek kurumaya yüz tutmuş, daha gevrek bir hal almıştı. Bir ekmeğin yarısını böldüm, domates maşalasının (Maşala: sulama kolaylığı için düzenlenen iki üç metrekarelik alanlar) içine girdim. Domatesler de nerdeyse 50-60 cm boyuna ulaşmış, yoğun yapraklı, üzeri yeni kızarmaya yüz tutmuş görünümdeydi. Yaprakları incitmeden kaldırarak gölgede ve kızarmaya yüz tutmuş iki adet domates buldum.  Ekmek çıkının içindeki bir bez parçasına sarılmış kaya tuzunu çıkardım. Domateslerin üzerini silerek parlattım. Kırmızı yeşil ağırlıkta çok cazip görüntü oluşmuştu ve gerçekten mis gibi kokuyordu. Domatesin bir kenarından hafifçe ısırdıktan sonra kopardığım yeri hafifçe tuza bastırdım ve sonra bir daha ısırdım. Aynı anda sulanmış yerlerin içinde yürüyerek toprağın suya doyup doymadığını kontrol etmeye başladım.

Domates ekmek, kaya tuzu, bu kadar lezzetli bir yemek yenemez. Bu tadı hep damağımda hissetmişimdir. Bu ziyafetle birlikte enerjimi almıştım. Hızla kontrollere başladım, sulanamayan yerlere gidecek şekilde suyu diğer arka alarak, her yerin yeterince sulanmasını sağladım.

Ve güneş batmak üzereyken bir elimde bel, bir elimde kürek ve azık çantam sırtımda köyün yoluna düştüm.

Üniversite’de yüksek lisans yaparken o günler aklıma düştü. Doğal yaşamı çok özlemeye başlamıştım. Akademik yaşam içindeki yoğunluk ile şehirdeki yapay koşturmacalar, doğaya olan özlemimi artırmıştı. KTÜ’de yağmurla güneşin buluştuğu bir günde bir akşamüzeri, bu duygularla aşağıdaki şiiri yazdım. Bu şiir ilk ve belki de son şiirimdi.

 

Doyasıya Islanmak

Bugün,

Doyasıya ıslanmak geldi içimden.

Yağmurlu bir akşamüstüne ulaşınca,

Güneşli bir günden.

İnsanlar,

Neden hep yağmurdan kaçar?

Bugün bunu anlamak,

Benim için çok zor.

Çünkü,

Doyasıya ıslanmak istiyorum.

Önce yavaş, tane tane.

Sonra bardakdan boşanırcasına,

Yağan yağmurun altında.

Doyasıya ıslanmak,

Sanki ferahlatacak beni.

Yorucu, sıkıntılı bir günün,

Tüm ağırlığını üzerimden atacak gibi.

Yürürken yağmurun altında,

Arpayı, buğdayı, tarlayı,

Mis gibi toprak ve çiçek kokan doğayı

Düşünüyorum…

Hani daha iyi büyüsün diye

Sulardık ya arpayı, pancarı, bostanı,…

Bazen akşama bitkin bir şekilde ulaşırken,

Bitkilerin yaşamına canlılık getirmenin

Heyecanını, mutluluğunu tadardık ya..

Diz kapağına kadar

Suyun içinde dolaşırken

Gök gürler…

Hafif ılık yağmur taneleri

Yüzümüze düşmeye başlar..

Ve

Açlığın verdiği dürtüyle..

Kuru ekmek çıkınına ulaşırdı ya elimiz..

Alın teriyle yağmur tanesinin

Birbirine karıştığı

Sıcaklık ve sevecenlik dolu..

Bir iş gününü geride bırakırdık ya.

İşte o günlerdeki gibi

Dostça ve sevecen özlemlerle

Doyasıya ıslanmak istiyorum…

 

Trabzon, 23 Nisan 1987

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler