Temmuz’un ilk haftası, Hüseyin üniversitede, bütünlemeye kalmadan derslerini vermiş. Gerçi finalde geçmek, üç sınavın ortalaması pek kolay olmuyor, üstelik notları da yüksek getirmek çok zor. Ama Hüseyin’in bütünleme sınavlarına ayıracak zamanı yok. Memlekette babası yalnız, işler onu bekliyor. Sekiz aylık bir özlemin sonucunda ailesine kavuşur Hüseyin, henüz ne Ali Gardaşı ne de Veysel ağabeyi gelememiştir memlekete. Bu yaz gelebilecekler mi o da belli değildir. Yaz olunca her yerde işler artıyor, kolay kolay izin vermiyorlar çalışana. Neyse ki Anne, Baba, Refika ve Emişen bacı oradalar.
Köyde çok güzel bir adet var. Yazın meyve ve sebzeler yetişmeye başladı mı, ilk ürünlerden olmayanlara, özellikle ilçedeki eşe dosta götürülür. Karınca kaderince, bir torba, bir sepet, artık Allah ne verdiyse. Hasan dedenin kaysıları da bölgede ünlenmiş. Yetişmeye başlayınca, iki üç sepet kaysı hazırlanır. İç Anadolu’da traktör henüz yeni yaygınlaşmaya başlamış. Traktör gidiyorsa, ilçeye bir şeyler götürmek kolay olur. Özelikle Salı günleri gün ışığıyla birlikte, birkaç traktör takar teknesini arkasına, doğru pazara. Giderken insan yükü dışında pek eşya olmadığı için genelde kaysı götürmek kolay olur. Ancak dönüşte siz o traktörü görmelisiniz; her yer tıklım tıklım eşya ve insan dolar. Sabahın o tatlı serinliğinde ve dönüşteki o karmaşa içinde yoğun bir sohbetle 10-15 km’lik yolculuğun nasıl bittiğini anlayamazsınız.
Hasan dedenin bağından kaysıları pazar öncesi, son akşam hazırlayarak getirmek gerekir. Henüz bölgede traktörlerin işi yaygın olmadığı için bağın olduğu yazıdan köye traktör bulmak şans işi. Bu nedenle, en güvenli taşıma aracı olarak eşekten yararlanılır.
O hafta, iki sepet kaysı fazladan hazırlanır. Zira Hasan dedenin evinin önünde üç dört kaysı ağacı vardır ki, hepsi birbirinden güzeldir. Gerçi bu kaysılara pek dokundurmaz Hasan dede, gelip gidenler, misafirler dalından yesin diye. Ama o gün bahçedeki kaysılardan da alarak hazırlık yapılır. Öyle ya üniversite öğrencisi var evde; hem de ekonomi dersi görmüş. Arz-talep, fiyat oluşumu, tüm kuramsal kavramları eğrilerle anlatacak kadar derinlikte anlamış.
Karar verilir, bu kaysılardan iki sepetini pazarda satalım, çok güzel kaysılar, diğer iki sepeti de giderken Gemereğe bırakırız, birini Fidan halagile, birini de Refika bacıgile. Baba, Mulla emmi çok sever bu kaysıları. Kaysılar traktörün teknesine yerleştirilir. Hasan dede tembih eder; “Burhan yeğenim, giderken Gemerek’ten geç de şu kaysıları bırakalım.” Eğer özel talep yoksa pazara doğrudan gidilir, Gemereğe çıkılmazdı. Gemereğe uğramak üç dört km yol kaybının yanında bir yarım saat de gecikmek demekti. Burhan ağabey esprili ve güler yüzlü haliyle bu talep, çok işine gelmese de cevap verir, “Kaysı mı dağıtacağız emmi? Neyse, Hüseyin hoca için olur.” Hasan dede yeğenine, “Ulan şimdi…” der gibi hafifçe tebessüm ederek keskin bir gözle bakar. Durumu kavrayan Efendi emmi, “Sür Burhan, gecikmeyelim” diyerek durumu kurtarmaya çalışır. Burhan ağabey daha öğrenciyken üniversiteye başladığından bu yana Güccüğe Hüseyin hoca derdi. Köyde herkes yöresel adı Güccüğü kullanırken, onun inadına nüfustaki diğer adı kullanması hoş bir espri ve övünç konusu olurdu.
Traktörle yolculuk, yaklaşık bir saat sürer. Salı pazarının ortasına bir yere iki sepet kaysı konur. Hasan Dede, işlerini yapmaya ofise gider. Kooperatife uğrayacak, ihtiyaç duyulan aletleri alacak, pazar ihtiyacını görecektir.
Hasan dede giderken seslenir:
“Oğlum sen bu kaysıları sat, ben de işim bitince dönerim.”
“Kaça, baba…” diyecek olur Hüseyin ama Hasan dede uzaklaşmıştır çoktan.
Kaysılar güzel olmasına gerçekten çok güzeldi. Ama yine de onu satmak ayrı bir anlayış gerektiriyordu. O çevrede başta Kümeören olmak üzere bir çok köyde ticari kültür çok zayıftı. Hele bahçeden bağdan yetişmiş sebze veya meyveyi satmak nerdeyse ayıptı.
Hüseyin kaysıların üzerini açarak, biraz kenara çekilir ve başlar beklemeye. Kaysıya yaklaşan olduğunda Hüseyin yavaşça uzaklaşır oradan.
O maşallah, çok güzelmiş derken, satıcıyı da göremeyince, sonra bakalım diyerek uzaklaşır insanlar. Sepetle Hüseyin’in arasındaki mesafe insanların kaysıya ilgisine göre iki ila beş metre arasında değişir. Kaysıya yaklaşarak sepetten birkaç kaysı alan ve tadına bakanlar, sahiplenen kimse yok diye oradan ayrılırlar.
Pazardaki birçok insan, ne güzel kaysılar, kim almışsa sepetle diye düşünmeye başlar. Bir ara Hüseyin baktı olmuyor. Satılmıyor kaysılar. Olağanüstü bir çabayla sepetin başına gelerek “Satılık kaysı, satılık kaysı” demeye çalışır. Bir ara bakınır sağa sola, babası bir türlü gelmiyor, işleri mi uzadı, ne oldu.
Sabahın erken saatlerinden öğleye doğru yaklaşıldığında Hüseyin ciddi bir şekilde düşünmeye başlar;
“Ben bu sepetlerden nasıl kurtulacağım..”
Köye geri götürse olmaz, nasıl açıklayacak durumu, üniversite öğrencisi iki sepet kaysıyı satamadı derler. Üstelik kaysıdan çok sepetler daha önemlidir.
Kara kara düşünürken birden uzaktan pala bıyıklı bir akrabası görünür.
İlçeye taşınan ve bağı bahçeyi köyde bırakan Şemşatın halanın büyük oğlu Durak ağabey yaklaşır, gelir Hüseyin’in yanına.
–“Gülümseyerek hoş geldin halaoğlu, kolay gelsin. Ne yapıyorsun burada?”
Kaysı sepetiyle aradaki mesafe nedeniyle o da tam olarak anlayamamıştır ne yaptığını. Bir an aklına pratik bir çözüm gelir Hüseyin’in.
Mutlu bir gülümsemeyle,
–“Ağabey bu kaysılar sizin” uzaktaki sepeti göstererek.
Durak ağabey, bir sepete bir Hüseyin’e bakar ve bıyıklarını burarak başlar gülmeye.
Ya, Güccük ağa (Dedesine atfen çoğunlukla böyle seslenirler akrabaları Hüseyin’e)
Satamadın kaysıları değil mi? Bu üniversitede okumaya benzemiyor ya..
Bak Doğan ağabeyin (Durağın küçüğü) de geliyor, beraber alıp gideriz onunla kaysıları. Ancak bir şartım var.
Nedir? Durak ağabey?
Söz vereceksin, Eniştemle (Hasan dedeye enişte derler) yemeğe geleceksiniz. Öğle yemeğine bekleyeceğiz sizi. Yoksa almam ve vallahi Halana da söylerim. Güccük ağa gelmiş ve sana uğramadı diye.
Ağabey öğle yemeğinde sizdeyiz, bu kaysılar da sizin.
Şemşatın hala aslında Hüseyin’in annesinin halasıdır. Halanın anne Eminatın’da çok hakkı vardır. Ve gerçekten çok sever annesini ve Hüseyin’i. Ne zaman Hüseyin’i görse “Eminatınımın oğlu, allah kırkından sonra onun da yüzüne baktı. Aferin kuzum benim” der. Şemşatın Halanın çocukları da Eminatın’ın yanında büyüdükleri için onların da anne Eminatına ve dolayısıyla Hüseyin’e çok özel bir sevgileri vardı.
Durak ağabey;
“Bak!. Üniversiteli gelmiş. Hoş geldin Güccük ağa” diye sarılıp öperken iş de tatlıya bağlanmıştır.
Öğle yemeğinde kayısı sepetini nasıl uzaktan satmaya çalıştığı anlatılır.