Emine Hatun, Hüseyin’in annesi, Hasan dedenin deyimiyle ‘Çıtağın Kızı’, yemek konusunda çok özel becerilere sahip birisi değildir. Hatta Hasan dede onu sık sık eleştirir: “Şunu şöyle yapsana hatun, bak bu böyle olmaz, benim Remziye’m olacaktı ki, baksaydın nasıl pişirirdi bunu.”
Emine hatun çoğu zaman bu sözlere aldırmaz, bazen de, çok canına tak ettiğinde, “Al o zaman kendin yap” diyerek tepkisini gösterir.
Ailesi, Hasan dedenin ev işlerindeki becerisini, uzun süre bekar yaşamasına ve çocuklarına bakma zorunluluğu nedeniyle ev işlerinde uzmanlaşmasına bağlardı. Öyle ki; Hasan dede ev işlerinde bir aksaklık görünce önce uyarır, sonra da dayanamayıp ev işlerine müdahil olurdu.
Gerçekten Emine hatun sıkıştırılmazsa, onun işine karışılmazsa o kendi işini oldukça iyi yapardı. Özellikle açık ekmeği, pobuç ekmeği, ketesi ve mantısı çok güzel olurdu. Bir de halka halka farklı şekillerde ekmek yapardı ki, onları bugün değme pastanelerde göremezsiniz.
Hüseyin üniversitede okurken babasına 15 tatilde gelemeyeceğini yazmıştı. O da; “Hanım, güzel bir hazırlık yap, oğlun gelemiyorsa ben oğlumuza bir sürpriz yapayım. Emişen sana yardım eder, dört beş gün ineğe danaya bakar, idare edersiniz” der.
Emine hatun bir leğen hamur yapar ve bir güzel iç hazırlar. Özene bezene pobuç ekmek, açık, kete, halka gibi çeşit çeşit içli ve sade özel yiyecekler hazırlar. Peynir yapar. Kayısı reçeli hazırlar. Ve Hasan dede Trabzon’a gitmek üzere, Hüseyin de, son anda kararından vazgeçip çok özlediği Sivas’a gelmek üzere yola çıkarlar.
Birbirlerinden habersiz Hasan dede Trabzon’a gider, Hüseyin de Sivas’a gelir.
Hasan dede daha önce de gittiği için Üniversite’deki her yeri bilir. Doğru Hüseyin’in kaldığı ikinci yurda gider. Oğlunu anons ettirir. Fakat Hüseyin’den haber yoktur. Bir anons daha ettirip kantinde oturmaya başlar. Anonsu ikinci defa duyan Hüseyin’in arkadaşları kantine inerler. Şaşırırlar. “Amca hoş geldin, hayırdır” diye sorarlar. Hasan dede; “Oğlum sizi ziyarete geldim” der. “İyi, amca hoş geldin de, Hüseyin köye gitti. Size yazmıştı” diye cevap verirler.
Biz sana çay alalım. Dinlenin. Bu kadar yol geldiniz, yoruldunuz.
Öğrencilerden birinin ailesi geldi mi, hemen arkadaşları gelen ziyaretçinin çevresini sarar, kendi ailesinden birisi gelmiş gibi hissederlerdi. Ayrıca Hüseyin’i de çok severlerdi. Hasan dedeyi çoğu tanıyordu. Sabahın erken saati olduğu halde, Hüseyin’in babası gelmiş diyen aşağıya iner.
Hasan dede çocuklara bakar; “Evet kahvaltı yapalım, ama bugün madem Hüseyin yok, farklı bir kahvaltı yapalım, o da şansına küssün, siz iki üç kişi gidin, danışmada benim emanetler var, size zahmet onları alıp getirin.”
Gençler koşarak gidip danışmadan emanetleri alırlar. Hasan dede; “Çağırın arkadaşlarınızı. Buradan peynirleri, keteleri, halka ekmeği, reçeli çıkarın, kalanı da yukarı çıkarıp paylaşırsınız. Şu parayla da çay alın hep beraber bir güzel kahvaltı yapalım. Hüseyin’in arkadaşları, 20-30 kişi, nasıl güzel ve hoşsohbet bir kahvaltı yaptıklarını ve uzun süre o peynirin, ekmeğin tadını unutmadıklarını söylerler. Hep beraber fotoğraf çekilirler. Akşamüzeri Hasan dedeyi Sivas’a doğru yolcu ederler.
O yazın sonbaharına doğru Ali Gardaş, Refika abla, Veysel ağabey, Emişen bacı hep beraber köyde toplanırlar. Tüm kardeşlerin aynı anda köyde buluşması pek kolay olmaz. Bu buluşmalara en az katılabileni de Ali Gardaştır.
Yemek tercihleri sorulduğunda hemen herkes, Ali ağabeyim mantıyı çok sever der. Aslında aile genelde mantıyı çok sever. Ama Ali Gardaşın mantı zevki çok daha belirgindir. Özellikle de ince kesilmiş, erimemiş, iyi yapılmış mantıyı ilk kaşıkta ayırt eder. Mantı; Anadolu’nun en klasik yemeklerinden birisidir. Çok iyi bir hamur hazırlığı, hamurun ince ince açılması, ortalama iki santimetrekarelik kareler halinde kesilmesi, özel hazırlanmış et, patates, yumurta karışımının hamur içine doldurulması ve üçgen şeklinde kıvrılarak kapanmasıyla oluşan ve kaynar suda pişirilerek sade, yoğurtlu, salçalı sunulan bir yemektir. Eti bulmak çok zor olduğu için çoğu zaman, patates, yumurta ve soğandan çeşitli mantı içleri hazırlanır.
Hasan dede; “Hanım” der, “Özel bir kıyma yaptırdım, şöyle güzel bir mantı yap, Ali çok sever biliyorsun.” Salı alışverişinden sonra kıyma oldu mu mantının hası yapılırdı. Emine hatun mantısını özene bezene yapar. Emişen bacı “Abla yardım edeyim” der, Emine hatun ise; “Yok kızım, senin bir sürü işin var. Ben sakin sakin yapayım, zaten soğanı falan hazırlamıştım. Sen akşam pişirirken yardım edersin” diye cevap verir.
Akşam olmak üzere, peşke (kuzina) yanar ve üzerine mantı suyu konur. Hasan dede; “Hanım haydi, insanlar açlıktan öldü artık” diye seslenir. Ali Gardaş ise müdahale ederek; “Babacığım, kolay mı, ablam o kadar emek sarf edip mantı yaptı, hem acelesi yok, işte su da kaynamak üzere” diye ablamı sıkıştırmamasını ister. Kaynamakta olan suyun içerisine mantı atılır. Emine hatun; “Oğlum Ali, mantı suda 10-15 dakika pişsin, bak da erimesin” der. Ali Gardaş için çok zevkli bir iştir bu. Kaynayan tencereden bir kepçe mantı alır, tadına bakar; “Hım pişmiş, pişmiş, bir iki dakika daha kaynasın indirelim” diye görüşünü bildirir. Bu arada salçalı sos, yoğurt ve sarımsak hazırlanır, yanına bir de soğan kesilir.
Aile sininin çevresinde toplanır. Önce birer tabak salçalı sıcak servis yapılır. Sonra, yoğurtlu birer tabak daha servis edilir. Ali Gardaş sanki on yıldır yemek yemiyor gibi “Oh” der; “Abla çok güzel olmuş, eline sağlık. Kimse böyle yapamıyor, benim hanım da bir türlü bu lezzeti tutturamıyor”, “Aha, bacımın mantısı da iyi oluyor ama o da ablam gibi yapamıyor.” diye ekler.
Emişen bacı hafif alınsa da; “Gardaşım, ablam yarım gün yoğuruyor, ben o kadar zaman ayıramıyorum” diye mazeret bulmaya çalışır. Ali Gardaşın ölçüsü nettir: “Yok bacım, mantıda ablamın üzerine yok, hiç alınmayın” diye düşüncesini açıklar.
Refika bacı; “Ablam hamur işinde bir tanedir. Eline sağlık abla, gerçekten çok güzel olmuş” der ve son noktayı koyar.
Sohbet gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürer, zamanın nasıl geçtiğini kimse anlayamaz.