42-Büyükdere

Büyükdere, tarlalar içerisinde gerçekten çok özel yeri olan bir tarlaydı.  Öncelikle köye uzak, kırsal bir alan içerisinde olmasına karşın, 35-40 dönüm büyüklüğünde, bereketli mi bereketli bir tarlaydı. Çok tatlı bir eğim içerisinde en üst kısmında üç dört adet alıç ağacının yer aldığı, en alt kısmında adıyla özdeş büyük bir derenin geçtiği ve içinde dereye yakın yerde özel kaynak suyu olan bir yerdi. Bitti mi, değme sulu tarlalara taş çıkartacak kadar verimli bitki veren bir tarlaydı. Bir yıl ekilir, sonra güzelce sürülerek bir yıl dinlendirilirdi, buna nadas denilirdi.

O geçen bir yılda, aile kendi çocuğunu özler gibi tarlayı özlerdi. Bazen Ali Gardaş köye geldiğinde; “Gardaşım Büyükdere’yi çok özledim, haydi yürüyerek bir tur atalım” derdi. Yorgun olmasına rağmen amcaoğluna eşlik etmek isteyen Hamza ve Burhan ağabeyler gibi iki üç kişi daha çıkınca hoşsohbet uzun bir yolculuk başlardı. Tarlayı görebilmek için yokuşa doğru yaklaşık beş altı kilometrelik bir yolculuğu göze almak gerekirdi. Oradan, Büyükdere’nin dibinden o kaynak suyunu içmek sanki doğaya dönüşün, geçmişin, emeğin, alın terinin, doğallığın ve tüm bu güzelliklerin yeniden yaşanmasını sağlardı.

Büyükdere, güzelliğin yanında aile için bolluğun hatta bir yıla daha güvenle bakmanın sigortasıydı. Oradan çıkan buğdayla aile sıkıntılarını önemli ölçüde giderir, ununu ekmeğini büyük bir mutluluk içerisinde yapardı. Büyükdere’nin sürülmesi ayrı, ekinlerinin biçilmesi ayrı, sap getirilmesi ayrı bir maceraydı. Çünkü 40 dönümlük arazide bir at, bir karasaban dön baba dön, günlerce dönüp durulurdu. Çocuk isen; “Büyüklerin ara sıra su getir, şunu götür şeklindeki yumuşlarının dışında” durumun iyi sayılırdı. Gidersin alıçların altında oynarsın, su içersin, derede koşarsın, komşu çalışanların yanında gelen arkadaşlarına gidersin, yine de zaman bitmek bilmezdi.

Bir de çitin başındakini düşünün. Bir evlek çizgiyi çize çize bitirmek için uğraşır dururdu. Üstelik çizgi genişliği 10-15 cm idi. Bir baştan 15 cm gidilir, diğer başa bir 15 cm daha ilerlenirdi. Bu evlek bitince en fazla yarım saat, 45 dakika ara verilir, arada kendini ve atları doyurmak gerekirdi. Sonra diğer evleğe geçilir, atların bile başı döner, “Gözlerini büyüterek ne zaman duracağız” der gibi insana bakarlardı. Tarla yarıya gelince bitmeyecek sanılan umutsuzluk umuda dönüşmeye başlar, sabah gün ağarmasından, akşamın alaca karanlığına kadar en az 15 gün sabırla çalışılırdı.

Tohum ekmesi de özel ve zevkli bir işti. Bu amaçla kumaştan önlükler dikilir. İçine taşınabilecek kadar buğday tohumu konur (bir-iki urup, 4-5 kilo), sıra sıra evleklerden bir baştan bir başa hizalar alınır. Toprağa tohum atılırken de şunlara dikkat edilir: Ham kalmaması, çok sık da olmaması gerekir, yoksa tohum yetişmez. Ama seyrek de olursa, verim iyi olmaz. Beyin, göz, el öyle senkronize çalışmalı, öyle güzel ayarlanmalı ki; nerdeyse her alana homojen bir şekilde tohum düşmeli. Bu iş de günler alırdı. Sonra baharda ilk filizler çıkmaya ve doğa yeşermeye başladı mı yapılan iş test edilirdi. “Çok güzel tohum ekmişiz, inşallah yağmurlar da iyi giderse bu sene Allahın bereketi üzerimizde olacak” denilirdi.

  Ve Temmuz ayı, ekin biçme vakti yaklaştı mı, yeniden büyük bir heyecan başlardı. Bu sene Büyükdere’yi biçerken iki üç adam işgücüne daha ihtiyaç vardı. Orada ekin biçmek zevkli bir uğraştı. Kaynağından içilebilen buz gibi suyun yanı sıra; hafif esen rüzgâr, serinlikle birlikte, güneşin de etkisiyle katlanılabilecek seviyede tatlı bir sıcaklığı da beraberinde getirirdi. Büyükdere’den eve doğru gelirken, o yükseklikten ovaya doğru güzel bir manzaranın alabildiğine uzanıp gittiğini görmenin keyfine ise diyecek yoktu.

Hüseyin’e “Oğlum” derdi Hasan dede; “Bu sene Ali ağabeyin veya Veysel ağabeyin inşallah gelir. Kazım emmin söz verdi. Sarı ağabeyin de var. Bakalım bizim gençlerden de alırsak çabuk toparlarız işi.”

Ali Gardaş, ekin biçme vaktinden önce geldi. “Erken geldiğini, ancak erken dönmek zorunda olduğunu, Veysel Gardaşın ise daha sonra geleceğini” söyledi.  Hazırlıklar yapıldı. Tırpanlar çekiçlendi, yeni masatlar alındı. Bir iki adet yeni yedek tırpan alındı. Pazardan ırgat için alışveriş yapıldı. Çalışan herkese, iş sahiplerinin kendileri de dâhil ırgat denirdi. “Aman ha bunları yemeyin, bunlar ırgata gidecek” diye tembih edilirdi.  Büyükdere’de ekin biçerken Sarı ağabey ile Ali Gardaşın sohbetine doyum olmazdı.

Ali Gardaş Adana’daki günlerini, oradaki akrabalarını anlatır, sonra eski çocukluk günlerine dönerdi. Hemen Kazım amca devreye girer, o hepsinden büyük olduğu için eski olayları daha iyi bilirdi. Diğerleri ağızları açık bir şekilde Kazım amcayı dinlerlerdi. Hem sohbete hem de tırpan biçmeye devam ederlerdi. Bazen de kim kimi geçecek, kim daha çok biçecek diye yarış ederlerdi. Böylece ekin biçme işi daha keyifli hale gelirdi. Soğuk su içmeyi ve dinlenmeyi hak ettiklerine inandıklarında ise işe mola verirlerdi.

Ekip, en fazla yarım saat sırtlarını bir kenara vererek dinlenirdi. Fazla dinlenmeye gelmez, işten soğumamak da gerekirdi. Hüseyin bazen dayanamaz; “Biraz daha dinlensek ne olur sanki” diye kendi kendine konuşurdu. Her halde bu özellik Mustafa’dan ona da sirayet etmişti. Ancak, Hasan dedeye yardımcı olmak için gelenler, haydi böyle giderse bu yazı Büyükdere’de geçiririz diyerek işi bir an önce bitirmek amacıyla daha çok gayret ederlerdi. Çalışanların bu gayreti karşısında Hüseyin; “İşte bizim insanımız bu” diye düşünmeden edemezdi.

Bir bahane bulsam da biraz daha dinlensem diye içi içini yiyen Hüseyin’e; “Haydi bu üniversite okumaya benzemez”, sonra da övgüyle; “Aferin, hem okulunu aksatmıyorsun, hem de bizim gibi çalışıyorsun. Bak emmi! Çocuklarının kıymetini bil” derlerdi. Hasan dede cevap vermese de gülümserdi. Son iki gün Hasan dedenin çocukluk arkadaşı Alibaz emmi de yardıma gelmişti. Böylece Hüseyin, tırpanını çekiçletebileceği birisine daha kavuşmuştu. Üstelik Alibaz emmi Hüseyin’in bostan arkadaşıydı. Böylece yeni gelenlerle sohbet konusu daha da çeşitlenmişti.

Ali Gardaşın en çok hoşuna giden, o dinlenme faslında Büyükdere’deki kaynak suyun başında oturmaktı. Babasıyla beraber o kaynak suyunu korumak için epeyce çalışmışlar, ona güzel bir çıkış yeri yapmışlar ve çevresini kaya parçaları ile özenle düzenlemişlerdi. Bizim tarladan çıkan o bölgenin en güzel suyuydu bu su. Başında da güzel bir oturma alanı vardı. Bir ekmekten ısırır, bir su içerdi insanlar. Bunun yanında başka bir şeye gerek yoktu. En kötü yanı, yemeğin üzerine suyu içince yarım saat sonra tekrar acıkırdı insan, mübarek su, soda gibiydi.

O sene Ali Gardaşın izni çabuk bitti. Onu ailesi, yaşlı gözlerle Adana’ya yolcu etti. Sonra Veysel Gardaş geldi. Büyükdere’deki sapları at arabasıyla köye getirme macerası da ona kalmıştı. İki seçeneği vardı: Biri çok uzun ama biraz daha düzgün; biri kısa, ama çok riskli, küçük bir hata yaparsa yolda arabayı devirip, bir daha doldurmak zorunda kalırdı. Genelde zamanı iyi kullanmak amacıyla kısa yolu tercih etti. Ama Veysel Gardaş dönüşte Hüseyin’in sapın üzerinde gitmesine izin vermedi. Çünkü her an devrilebilir ve bu çok tehlikeli olabilirdi.

Hüseyin, aşağıdan araba devrilmesin diye sap arabasının, bir sağına geçip asılır, bir soluna geçip asılırdı. Veysel Gardaş ise; “Haydi Gardaşım asıl, asıl, araba kalkacak ha, az kaldı” diye Hüseyin’i teşvik ederdi. Günde en fazla iki araba sap getirilebiliyordu.  Oysa, en az toplam 40-50 araba sapın getirilmesi gerekiyordu. Ömür törpüsü, o bereketli tarlanın sapı çek çek bitmezdi.

Sap bitti mi dövülme ve harman işi başlardı. At arabasıyla bu işlerin yapıldığı dönemlerde harman ancak güzün sonuna doğru toparlanırdı.

İşte o Büyükdere, evin geçim kaynağı, en çok üzerinde çalışılan sevgili toprak parçası gerçekten ailenin bir parçası gibi olmuştu. O nedenle yıllar sonra Ali Gardaşa ev yaptırabilmek için tek seçenek Büyükdere’nin satılması olunca, hem Hasan dede hem de Ali Gardaş çok üzülmüştü. Ali Gardaş, “Babam Büyükdere’ye dayanamaz, sattırmayalım” demişti. Hasan dede ise Büyükdere’ye üzülüyor ama Ali’si ve çocuklarına hiç dayanamıyordu.  Hüseyin ise ağabeylerinin ihtiyaçlarını bildiği için baştan beri tarlanın satılmasını desteklemişti. “Şimdi satmalıyız, belki ileride babam ve ağabeylerimin anısına tekrar geri satın alırım” diye düşündüğünü anımsadı.

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler