48-Kaptı Kaçtının Faturası

Anadolu’da düğün yaşamsal bir öneme sahiptir. Başta ekonomik koşullar olmak üzere aile tüm düzenini düğüne göre hazırlar. Koç ailesi de böyle bir süreç içerisindedir.

Ali Gardaş:

“Tamam mı emmi, gelecek yıl ekinden sonra bu işi bitirelim. Veysel’in düğününü yapalım.  Düğün işi uzatmaya gelmez.  Söz takmakla bu iş olmuyor. Bunlar nişan da istiyor. Baharda nişan, yazın da düğün yapalım. Bunların başlarını bağlayalım” diye önerisini dile getirdi.

Hasan dede ise:

“Tamam oğlum, inşallah. Geçen sene Hanın Pınarı pancardı, 30 ton pancar yatırdık. Pancar parasıyla biraz hazırlıktan sonra gelir nişanı yaparız.  Bu arada altınları ve diğer ihtiyaçları alırız. Yazın da ekinden sonra düğünümüzü yaparız” diye bu öneriyi desteklediğini ifade etti.

Bunun üzerine Ali Gardaş; nişanın aile arasında olacağını, herkesin kendini buna göre ayarlayabilmesi için düğün hazırlığının önemli olduğunu, bu seneki ekinlerin iyi olması halinde Allahın izniyle bu işi başarabilecekleri temennisinde bulundu.

Aile arasında karar verilmişti; baharda aile içinde bir nişan, sonbaharda düğün yapılacaktı. Ailelerin onayı alınarak, paranın kısmen çoğaldığı ve işlerin önemli ölçüde azaldığı bir sonbahar günü için plan yapıldı.

Nihayet pancar parası bir ay gecikmeli de olsa verildi. Pancar parası vakti çok önemliydi, o yıllarda. Zira bu sene ekilip yetiştirilen şeker pancarı, sonbaharda sökülür, pancar ofisine yatırılır, en erken yedi sekiz ay sonra parası alınırdı. Öyle ki; bu seneki pancarın parasını ancak bir yıl sonra aynı dönemde alabilirdiniz.

1975’li yıllarda şeker çok kıymetliydi. Zira henüz pancar ekimi yetersizdi. Bu dönemde şeker pancarı ailelerin en önemli umut ve gelir kaynaklarının başında geliyordu. Devlet köylüyü az  da olsa teşvik ediyordu Bu nedenle köylü hep pancara göre borç alırdı. Kredi çekilir pancara, hayvanlara yem- küspe alınır pancara, hatta kuru gıda için tanıdıklara gidilir haydi yaz deftere der gibi pancara denilirdi. Bu yüzden bir yılın iki kritik dönemi vardı, bunlar; pancar ve harman zamanıydı.

Pancar kavramıyla anılan pancarın parasının köylünün eline geçtiği zaman genelde kış bitimi bahara doğru, ekin ise hasatın ofise götürüldüğü ve nerdeyse yarı fiyatına tüccara satılarak parasının alınabildiği sonbahara doğru bir zamana karşılık geliyordu.

Tabiiki her şey pancara olunca, pancar parasını alır almaz alacaklılar kapıda olurdu. Önce borçlar kapatılırdı. Çoğu zaman, el elde, el başta idi. Bunun anlamı; gelirler ancak giderlere yeterdi.

Hanın Pınarının pancarı bereketliydi. Hanın Pınarı; 3.5 dönümlük (3.500 m2) küçük bir tarla idi. Ama normal yerlerde verim bire beş ise burada on olurdu. Bu nedenle Hanın Pınarındaki tarlaya pancar ekme sırası geldiğinde (ki; dört yılda bir gelirdi) yüzler gülerdi. Borç da rahat alınırdı.

Pancar parasının elde edilme ihtimali Veysel Gardaşın yüzünü güldürüyordu. Arpa, buğday da iyi biterse düğün yapmak kolay olacaktı.

Nişan için Adana’ya gitmek üzere hazırlıklar başlamıştı.

Adana’da yapılacak işler Ali Gardaşdan sorulurdu. Hasan dede çocuklarına her zaman “Ali ağabeyinizin sözünü dinleyin, o baba yarısıdır” derdi.

Ali Gardaşın herkesin yanında özel bir yeri vardı; sakin, ılımlı, sevecen ve iş bitirici kimliğiyle sorunları kimseyi kırmadan çözmeyi başarırdı.

Ali Gardaş Adana’daki işleri organize ederken köydeki hazırlıklar tamamlandı. Yoğurt, peynir yapıldı. Bulgur, nohut, fasulyeden konuldu. Refika bacı, Dursun enişte, Dilek, Hamza ağabey, Emişen bacı, Halis, Bülent derken epeyce bir kalabalık oluştu. Otobüsle gidildi, trenle dönülecekti.

Nişan aile içinde planlanmıştı, ancak aile dışından Ali Gardaşın arkadaşları ve komşuları da nişana iştirak ettiler.

Güzel bir nişan oldu. Adana Şakirpaşa Mahallesinin 1125 inci sokağındaki bahçeli iki katlı evi ve önündeki sokağı tıklım tıklım doldurmuşlardı.

Her şey güzel geçmişti. Nişan bitti, yorgunluklar atılmaya başladı. Bir araya gelince ailede çok güzel sohbetler olurdu. Geçmişte yaşananlar, güzellikler yad edilirdi. Ama sohbetin sonu yoktu, memleketten gelenler; “İşler kapıda, artık gitmeliyiz” diyorlardı.

Ali Gardaş;

“Tamam o zaman, sizi daha fazla tutmak mümkün olmayacak, bu hafta sonu için yarın tren biletlerinizi alırım. Bu arada, düğün için alınabilecekleri de konuşalım. Bir aradayken işleri planlayalım” dedi.

Hasan dede;

“Tamam oğlum o zaman yarın Misise gidelim, hem allahaısmarladık deriz, hem de konuşuruz.”

“İyi olur” dedi Ali Gardaş babasına, Mehmet dayısının da çok sevineceğini belirtti.

Mehmet dayıları yeğenlerini çok severdi; onları erken yaşta kaybettiği bacısının emaneti olarak görür, onlara çok özel değer verirdi. Ayrıca Hasan dedeye geçmişten gelen bir saygı ve sevgisi vardı. Çocuklarına “Oğlum bunlar Güccük ağanın çocukları, bizler de dahil bölgede yaşayanlar çok ekmeklerini yedik, hepimizde hakları var” derdi.

Hasan dede, Refika bacı, Ali Gardaş, Emişen bacı, Veysel ağabey ve Hüseyin Ali Gardaşın Gomeriyle köyün yolunu tuttular. Hep beraber güzel bir akşam geçirildi, düğün işleri de dahil çok şey konuşuldu. Hayat yenge; “Nasıl biliyorsanız öyle yaparsınız, oğlan sizin kız sizin” diyordu. Misiri yenge; “Öyle ama, yorgan yapılacak, yatak dökülecek, çeyiz hazırlığı var, el var alem var, bu işlerin adını koymak lazım” diye işleri toparlayarak somut öneriler getiriyordu.

Misis dönüşünde Ali Gardaş sıkı sıkı tenbih ediyordu: “Baba, pancar parasını koruyalım, kooperatif ve diğer borçları da kapayalım. Yaza daha rahat hareket ederiz. Elde kalan para çok az ama hayati öneme sahip. Yolculuk esnasında trende cepçi hızsızlar olur, aman dikkat et!..”

Hasan dede bozulduğunu belli etmemeye çalışarak; “Ben neler görmüş geçirmiş insanım, cebimdeki parayı mı kaptıracağım” dediyse de daha yumuşak bir ifadeyle “Peki, oğlum haklısın” diye sözünü tamamladı.

Yüzlerdeki hafif gülümseme konunun tatlıya bağlandığını gösteriyordu.

Sayılı gün çabuk geçer derlerdi, gerçekten göz açıp kapayıncaya kadar gitme vakti gelmişti.

Tren yolculuğu uzun bir yolculuktu. Altı saatlik yol bir günde gidilebilirdi. Hele de kalabalık bir aile grubu varsa çok zevkli olurdu. En önemlisi de çok ucuzdu.

Tren istasyonuna gidildi. Kalabalık bir grup uğurlamaya gelmişti. Bu tür ayrılışlar çok duygu yüklü olurdu. Özellikle Hasan dedenin, belki çocuklarını öksüz büyütmenin de etkisiyle, yolculuk sırasındaki uğurlamalarında hep göz yaşı bulunurdu.

İstasyon çok kalabalıktı, vedalaşmalar, kucaklaşmalar, derken hareket saati de yaklaşmıştı. Birden Hasan dedenin sesi duyuldu;

“Oğlum parayı kaptırdık galiba.” Telaşlı, telaşlı ceplerine tekrar tekrar bakarken; “Allah Allah buradaydı, trene binerken yarısını bu, yarısını da şu cebime koymuştum” dedi.

Ali Gardaş; “Baba, iyice baktın mı ceplerine, emin misin? En son ne yaptığını hatırlıyor musun? Yanına gelip giden oldu mu?” diye sordu.

Hasan dede şöyle cevap verdi: “Biraz önce şu vagondan buraya geçerken iki kişiyle karşılaştım, ben aralarından geçtim. O arada bana takıldılar. Amca dolu mu cepler, maşallah maşallah hayırlı yolculuklar amca dediler.”

Polise başvuruldu. Eşkâller tarif edildi. Polisler bir yandan, bizler bir yandan uzun boylu, güleç yüzlü, kumral iki hırsızı aradık ama bulamadık. Bir iki vagon derken polisler tekrar göründü. Emmi dediler; “Biz rapor tutup eşkâli yazacağız. Tren 10 dakika içinde kalkacak, biz Komiserimize de söyledik, treni daha fazla bekletemezlermiş.”

Herkes üzgün ve şaşkındı. Bir anlamda çaresizlik hakimdi yüzlerde. Paranın yarısının kurtarılmış olması tek teselli kaynağıydı.

O ara Ali Gardaşın sesi duyuldu:

“Haydi babacığım, Allah yolunuzu açık etsin, uzat öpeyim elini.  Olan oldu. Canın sağ olsun, biz bir şeyler yapar, kooperatifin borcunu göndeririz. Üzme kendini, Allah büyüktür.”

Polisler de teselli etti Hasan dedeyi. Hüzünlü ayrılış, endişeli ve şaşkın bir ayrılışa dönüşmüştü.  Hasan dede, kendine fazla güvenmenin acısını fazlasıyla çekiyordu.

Veysel Gardaşın düğünü o yaza yapılamadı, gelecek bahara kalır gibi bir sonraki pancara kaldı.

Check Also

Ali Gardaş/Resimler