Güccük, Adana Erkek Lisesinin son sınıfında okurken bir hafta sonu Cuma akşamı Ali Gardaşın gomeriyle Misis’e giderler.
Hüseyinler geldiğinde Tankerci Mehmet dayı da son seferini bitirerek yeni gelmiştir eve. Onları görünce; “Ooo, Kümeörenliler gelmiş. Bak, Hayat hanım, bunlar, Güççük ağanın torunları olur. Az ekmeklerini yemedik, onlara iyi bak. Ağa çocukları onlar.” Hüseyin ile Ali Gardaş biraz mahcup şekilde el öpme faslı ile konuyu değiştirmeye çalışırlar. Tankerci Mehmet dayı Ali Gardaşa sorar; “Bu çocuğa iyi bakıyorsunuz değil mi. Kızım Sebahat, Güccüğe iyi bakıyorsunuz değil mi? Bu çocuk size emanet. Annesi babası yok burada.” Sonra Hüseyin’e “Gel yeğenim, şöyle otur yanıma” diye iltifat eder.
Tankerci Mehmet’in yanına oturmak pek de kolay bir şey değildir. Rakısını yudumlarken; “Deden, baban yok mu yeğenim. Çok iyi insanlardı. Bölgede onların ekmeğini yemeyen kalmamıştır. Biz kışın ortasında unsuz bulgursuz kalınca, düşerdik yollara, çalabilecek tek kapı onların kapısıydı.” “Bakın yeğenime, ayrı bir tabak koyun. Yeğenim bir şey içer misin?” Zor bir soruydu ve yanıtı yoktu. Hüseyin; “Yok dayı, sağol” diyerek önündekilerden atıştırmaya başladı.
Tankerci Mehmet ağa gece üçten beri ayaktaydı. Eve gelince mütevazı koşullarda son derece güzel bir masa hazırlanırdı onun için. En önemlisi masanın tertemiz, tabak, çatal, bardak her şeyin pırıl pırıl olmasıydı. Öyle ter temiz bir ailesi ile birlikte oturup yemek yemek ve iki duble rakı içmek tüm yorgunluğunu masada atmasını sağlardı. Ailesi ile birlikte olabildiği tek zaman buydu ve belki de o nedenle bu işten müthiş zevk alırdı.
Mehmet dayı, Sivas’tan Adana’ya yeni bir yaşama mücadelesi için gelmiştir. Memlekette iş de arazi de yoktur. O da alır başını gelir Adana’ya. Çalışkan, gururlu, adam gibi adamdır, ama kendi ayaklarının üzerinde durması pek kolay olmaz. Gurbet elde ne kıskanma, ne çelme takma eksik olur. Ama dedik ya onun adı tankerci Mehmet’tir. Çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile bir iş düzeni kurmayı başarır. Evi ve bir tankeri vardır. Adı tankerci Mehmet olmuştur. Kimseye yan gözle bakmayan, fakirin, düşkünün yanında olan, belinde silahı, kimseye de eyvallah etmeyen, cesaretli, deli dolu bir Anadolu delikanlısıdır.
Bir gün ağabeyi onları ziyarete Misis’e gelir. Misiste kimse onun tankerci Mehmet’in ağabeyi olduğunu bilmez. Gider tek başına oturur kahveye Celal ağabey. Bir çay söyler kendine. Cahillik bu ya bir süre sonra kahvedekilerden birkaç kişi laf atarlar bu sessiz sakin oturan yabancıya. O da dayanamaz karşılık verir; “Adam olun, sizin yabancıya saygınız böyle mi? Terbiyesizlik etmeyin” der. Bir itişme kakışma olur. Neyse sağduyulu birkaç kişi araya girerek kavgayı önlerler. Bu arada ağır sözler söylenmiştir Celal ağaya. Ama o biraz da kardeşinin huyunu bildiği için ağırdan almış ve kendini tanıtmamıştır.
Aradan üç beş gün geçer ve Celal dayı olay kaybolsun diye bir işi bahane eder ve daha sonra tekrar gelme sözünü vererek oradan ayrılır. Bir hafta kadar sonra, bir hafta sonu kahveye gider Mehmet dayı. Bir masada oturur çaylarını yudumlarken bakkal komşu Durmuş, bir hafta önce yaşananları aktarır. Tankerci Mehmet’in garibana düşkünlüğünü de bildiği için olayı detaylarına kadar zevkle anlatır.
“Geçen hafta içindeydi, çok ayıp ettiler adama. Resmen üç dört kişi hakaret ettiler. Adam kelli felli birisi, pek pabuç bırakmadı, ama sonra neden bilmiyorum ağırdan aldı, kalktı gitti.” Tankerci Mehmet’in kafasında şimşekler çakar; “Şu adamı bana iyice bir tarif et.” Bakkal şaşırır ama bu isteği geri çevirme şansı da yoktur. Tedirgin bir şekilde misafiri ve ona hakaret edenleri tarif eder.
Tankerci Mehmet geriye yaslanır, kahvede şöyle bir sağa sola bakar, söylenen isimlerden kimse yoktur burada. Sonra yüksek sesle sorar burada hiç adam yok muydu? Buna engel olacak, sonra kendilerine bakan kahveciye seslenir; “Lan oğlum, siz nasıl adamsınız? Kahvenize gelen misafire saygısızlık yaptırıyorsunuz? Kahve çıt pıt, sessizliğe gömülür. Bir hafta önceki bu olay çoğunluğun hafızasındadır. Ama tankerci Mehmet’le ne ilgisi var, anlayamazlar. Yorum veya açıklama yapmaya da çekinirler.
Tankerci Mehmet, asık ve oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle oradan ayrılır. Kahveci, bakkal ve yedi sekiz kişi onu yolcu ederken açıklama yaparlar; “Mehmet ağa, biz de anlayamadık durumu, yanlış oldu ama” derler. Eve gelen Mehmet ağa silahını alır ve gider bu olaya karışanların evine. Saat çok geç olmuştur. Çalar kapıyı; “Ökkeş çık dışarı” diye bağırır. Ökkeş öğrenmiştir kahvede yanlış yaptıkları adamın kim olduğunu ama iş işten geçmiştir.
Olaya karışan diğer iki kişinin de evi yakındır, onlara da “Çıkın dışarı” diye seslenir. Pijamasıyla dışarı çıkanlar, tankerci Mehmet’i görünce korkarlar ve başlarlar kaçmaya. “Durun lan, kaçmayın, siz kime hakaret ediyorsunuz.” Bir yandan “Etme Mehmet ağabey bilmiyorduk senin ağabeyin olduğunu”, bir yandan da kurşun mesafesinden uzaklaşmaya çalışırlar.
Tankerci Mehmet; “Ağabeyim olmasa bile köyünüze, kahvenize gelen birine nasıl terbiyesizlik yaparsınız” ve peşinden dört beş el el ateş eder. Birisi yandım diyerek yuvarlanır. Diğerleri kaçmaya devam eder. Tankerci Mehmet ayağından yaralanan Ökkeşi yakalar; “İlk kurşun ayağınaydı, şimdi söz ver bir daha kimseye kötü davranmayacağına, durduk yere yanlış yapmayacağına, yoksa diğer kurşunları kafana boşaltacağım” der.
Ökkeş yaralı ayağıyla yalvarır; “Affet Mehmet ağa, bir daha olmayacak” diye söz verir. Komşular, kahvedekiler de gelirler. Zorla sakinleştirirler Tankerci Mehmet’i. Yaralıyı hemen bir hastaneye götürürler; “Aman kimseye söylemeyin. Jandarma duymasın. Yoksa bu tankerci Mehmet bunu burada bırakmaz” diye uyarmayı da ihmal etmezler.
Aradan bir ay geçmeden Ökkeş ve diğerleri muhtarla birlikte özür dilemeye gelirler. İş tatlıya bağlanır ve bu köyde yaşayanlar için önemli bir ders olur.