Koç ailesi, Güççük ağanın oğlu Hasan dedeyi 1998 yılının 3 Ekim Cumartesi sabahı yaklaşık 6.45 civarında kaybetti. Hacı Hasan dede, yaşama sessizce veda etmişti.
O, çocuklarına, bir süredir devam eden hastalığını rutin, sıradan bir rahatsızlık olarak söyler. Onları üzmek istemez.
Hüseyin’in içi rahat etmez, ailesini de yanına alır, scoda marka arabasıyla Kömeviran yoluna düşer. Çocukları çok küçüktür. Anıl altı, Mehmet üç yaşındadır. Köye ulaşır ulaşmaz, Hasan dedeyi Gemereğe doktora götürürler. Hasan Kızılşar’ın da arkadaşı olan doktor; “Hocam, Hasan amcayı yormasak, evde dinlense daha iyi olur” der.
Hüseyin; “Doktor Bey, İstanbul’a götüreyim, daha önce de kaç kez orada tedavi ettirdim. Cerrahpaşa veya Çapa ya da yakınımızda Sarıyer Devlet Hastanesi var. Düzenli bir tedavi uygularsak yatılı olarak daha iyi olmaz mı?” diye sorar.
Doktor bir şey diyemez, Hüseyin’in gözüne bakar; “Sen bilirsin ama yapılacak her şey burada da yapıldı. Bundan sonrası artık cenabı Allahtan, duamızı eksik etmeyeceğiz” diye cevap verir. “Şu tedaviyi uygulayın, götürürseniz de bundan sonra götürün. Bana kalsa götürmeyin derim” diye de düşüncesini belirtir.
Hiç kimse sevdiğine ölümü yakıştıramaz. Hüseyin de babasına ölümü yakıştıramaz. Bu nedenle doktorun uyarısı yeterince anlaşılamaz.
Sonunda doktordan neler yapılması gerektiğini öğrenerek, gönülsüz de olsa İstanbul için onay alırlar.
Hasan dede İstanbul’a gitme konusunda kararı çocuklarına bırakmakta, anne Emine hatun ise kesin İstanbul’a gitme taraftarıdır. Biraz da oğlunun yanı diye, bu gidişi çok istemektedir. Emişen bacı, babama bir şey olursa, bu kadar yola dayanamazsa diye endişelidir, aslında bu ayrılığa hiç razılığı yoktur. Ama bir yandan da daha önceki tedavileri ve alınan sonuçları düşünerek ses çıkaramaz. Ali Gardaş endişelidir ama o da daha önce İstanbul’da sağlanan tedavileri düşünerek “Gardaşım sen bilirsin” diye kararı Hüseyin’e bırakır.
Hüseyin sonunda; “Düzenli ve sıkı bir tedavi ile babamı tekrar eski sağlığına kavuşturabiliriz, bunu denemeliyiz” diye düşünür. Üç dört gün süren bir tedaviden sonra İstanbul’a doğru yola çıkarlar.
Hasan dede, evine ve çevresine son kez doyasıya bakar. Herkesten helallik ister. Üç çeyrek asır birlikte yaşadığı insanlarla, alın teri döktüğü toprakla vedalaşır. Gözyaşlarıyla ıslanan buruk bir vedalaşmadır bu.
Yazın son demleridir, hava sıcaktır. Hasan dede, Anne Emine hatun ve Remziye, Hüseyin ve iki çocuk İstanbul’a doğru yolculuğa devam ederler. Hüseyin sık sık durarak Hasan dedeyi dinlendirmek ister. Bir yandan da hızla İstanbul’a ulaşmak istemektedir. Düzenli bir tedavi ve iyi bir bakımla babamı sağlığına kavuştururuz diye düşünmektedir.
Kayseri’den ilk benzin alınır, lastikler kontrol edilir, su, meyve suyu, üzüm, armut alınır. Köyde hazırlanmış pobuç ekmek ve azık da vardır. Hem hızlı giderek, hem de sık sık durarak rahat bir yolculuk yaptırmaya çalışmaktadır. Önce güzel bir çeşme başında dururlar, çok iyi gelir burası. Çocuklar koşturur, yüzünü yıkar, üzüm ekmek yerler. Hasan dede daha iyidir, yolculuk iyi geçer. İkinci mola Ankara girişinde, üçüncü mola Bolu dağında, dördüncü mola Düzce’de verilir, sonunda İstanbul’a ulaşılır.
Bahçeköy’deki evlerine inerler. Remziye; “Hasan emmim balı çok sever, bal alalım, ilaçlarını düzenleyelim, güzel bir tedavi başlatalım” der; “Önce arkadaşın Dr. Levent’i bir çağır, ne yapmamız gerektiğini o söylesin. Hemen Cerrahpaşa, Çapa koşturmayalım” diye düşüncesini belirtir. Hasan dedenin kalacağı odayı hazırlarlar.
Bahçeköy’de Dr. Levent eve gelir. Genel bir muayene yapar; “Genel durumu iyi görünüyor, anlatılana göre daha iyi buldum. İlaçlarını düzenleyelim, sonra doğru tedaviye bakarız” der. Hasan dedenin üzerine bir dinçlik gelir, ilaçlarını düzenli almaya başlar, evde güzel bir bakım ortamı hazırlanır. Hasan dedenin aklı başındadır. “Oğlum, saçım sakalım uzadı, beni tıraş ettir” diye Hüseyin’e seslenir.
Hüseyin; “Tamam babacığım, akşam işten gelince hallederiz” der.
Akşam berber Cevdet ile birlikte gelir.
Berber, Hasan dedeyi uzun uzun sohbet ederek tıraş eder. Saçı sakalı toplanınca, Hasan dedeye bir dinçlik daha gelir. Oturduğu yerden namazını kılar, balkondan ormanı izler ve dikkate değer bir iyileşme belirtisi gösterir. Hatta “İlk Cuma Camiye gidebilsek ne iyi olur, oğlum” der.
Hüseyin; “Babacığım, kendini yormaman lazım. İnşallah gelecek Cuma’ya söz” diye cevap verir.
Emişen bacı, Ali Gardaş, Veysel ağabey, hepsi de İstanbul’dan gelen olumlu haberlerle umutlanmaya başlarlar. Babam iyi olacak diye düşünürler.
O hafta içi Dr. Levent Gönenç bir daha kontrole gelir. Kontrol edip giderken “Çok iyi ancak, amcayı tam teşekküllü bir hastaneye yatırsak daha iyi olur” der. Hüseyin şaşırır.
Anlamsız gözlerle bakarak, biraz da kızgınlık dolu bir ifadeyle;
“Levent bey, hem iyi diyorsun, hem hastane, anlamadım ne demek bu” diye serzenişte bulunur.
Dr. Levent; “Hocam amca iyi maşallah, ama evde bakmak doğru olmaz, kendinizi her şeye hazırlamanız lazım. Bu tür durumlarda her an her şey değişebilir. Sarıyer Devletin çok iyi bir dahiliye uzmanı var, Dr. Handan hanım, yarın o da baksın. Sonra hastaneye yatıralım” diye karşılık verir.
Hüseyin’in içine kurt düşer. Ertesi gün hemen Sarıyer Hastanesine giderler. İlk kontrol ve muayenelerden sonra hastaneye yatırma kararı alınır. Bu arada Ali Gardaş Adana’ya döner. Veysel de Adana’da çalışmaktadır.
Hüseyin her gün ağabeylerini ve ablasını düzenli arayarak babasının durumu hakkında onları bilgilendirir. Ağabeyine her şeyin iyi göründüğünü, doktorların söylediklerini aktarır. Ancak içinin rahat olmadığını belirtip, “Eğer izin alabilirsen en azından sen de gel” der.
Ali Gardaş; “Tamam oğlum, ben yarın konuşup izin alırım, sonra da hemen yola çıkarım. İnşallah iyi olacak, dirençli olmalısın” diye kendisini teselli eder.
Hasan dede, hastaneye yattığı akşam Hüseyin’e şöyle tembih eder; “Oğlum Ali ağabeyin gelse iyi olur. Bir de sana bir şey tembih edeyim. Bana bir şey olursa Ali ağabeyinin sözünden çıkmayın, çok okusanız, çok bilgili olsanız da, kendinizi öyle sansanız da Ali ağabeyiniz başkadır. O çok akıllıdır. Veysel Ağabeyine de böyle söyle.”
“Tamam babacığım, merak etme. Ağabeyimi de ararım, zaten o da gelmek istiyordu, umarım daha erken gelir.”
İnşallah diyen Hasan dede Hüseyin’in gözüne anlamlı, anlamlı bakar.
Ertesi gün Ali Gardaş gelir. O gelince Hüseyin de kendini daha çok güvende hissetmeye başlar.
Oğlu, Alisi geldi ya Hasan dedeye can gelir. Perşembe akşamı, Hüseyin;
“Abi çok yoruldunuz, burada durmanıza gerek yok, bu gece ben kalacağım babamın yanında, siz gidin dinlenin, sabah gelirsiniz” der.
İstemeyerek de olsa Hüseyin’in önerisini kabul eden Ali Gardaş, Emine hatun, Remziye hanım ve çocuklarla birlikte Bahçeköy’deki eve dönerler.
Hüseyin babasıyla baş başa, bir ara sohbet ederler: “Oğlum beni köye götür. Artık bunlara gerek yok, ben orada iyi olurum. Evime götür, tamam mı.”
“Tamam babacığım, yorma kendini, söz, yarın konuşalım, sonra köye gideriz.”
Büyükdere, tarlalar, bağ bir ölüm iyiliği gibi gelir Hasan dedeye. Hafızası her şeyi hatırlar.
Hasan dede çok çalışır. Çok küçük yaşta başlayan yaşam mücadelesinde asla pes etmez. Yoklukla, hastalıkla uğraşır, büyük bir ailenin, bir ağa çocuğu olmanın sorumluluğuyla uğraşır. Azmi, çalışkanlığı, çocuklarına ve ailesine düşkünlüğü ve gururu ile hep dimdik ayakta kalmayı başarır. Hasan ağa olmayı başarır. Allahtan temiz bir ölüm ister. Allah beni ele ayağa düşürmesin, insana bakmak zor der.
O gece güzel başlar ama güzel bitmez. Hasan dede o gece kaybedilir. Hacı Hasan, Güççük ağanın oğlu Allahın rahmetine kavuşur.
Hüseyin son kez babasına seslenir;
“Rahat uyu babacığım
Seni biz çok seviyoruz
Hasretini, özlemini
Kalbimize gömüyoruz.
Mekanın cennet olsun babacığım, seni hep seveceğiz” der.