59-Oğlumun Evi

Emine hatun, hayat arkadaşı Hasan dedeyi kaybettikten sonra kışları oğlu Hüseyin’in yanına gelir, baharın ilk belirtileriyle birlikte de “Köyüm, bahçem, evim” diyerek ilk fırsatta köye dönerdi.

Vefatından önceki son yıldı. Hüseyin, bahçe katı sayılabilecek bir evde oturuyordu. Mütevazı ama kendilerine göre mutlu olabilecekleri bir ev yaratmışlardı.  Maaşla kolay değildi bu iş. Evin çevresini ağaçlandırmışlardı. Küçücük de olsa bir bahçesi vardı.

Bir gün Hüseyin akşam eve döndüğünde bir de bakar ki, anne Emine hatun, girmiş bahçeye, toprağın tamamını elden geçirmiş, çapalamış. Özlüyor doğal olarak köydeki toprağını, gençliği aklına geliyor.

Hüseyin; “Anacığım hasta olursun, neden böyle yaptın” diye sorduğunda:

“Oğlum, siz toprağı işlemeyi unutmuşsunuz” demişti.

Aslında doğru söylüyordu. Toprakla insanın mutlu buluşmasını unutmuşlardı.

Aradan yıllar geçti, bahçe katını çok sevmekle beraber ailenin daha güneşli bir eve ihtiyacı vardı. Bahçe katının rutubeti insan sağlığını olumsuz etkiliyordu. Sağlık açısından da bu değişiklik zorunlu görülünce Hüseyin ve Remziye radikal bir karar aldılar. O günlerde satılığa çıkan aynı binanın güney cephesindeki daireyi almaya karar verdiler. Biraz biriktirdikleri para, bir o kadar da kredi çektiler, biraz da borç alarak daireyi satın aldılar.  Ancak kredi borcu bitinceye kadar orayı kiraya vermeleri gerekiyordu. Başka türlü bu borç ödenemezdi. Bu nedenle, eve hiç çıkmadan, yeni evlerini kiraya verdiler.

Emine hatun çok mutlu olmuştu bu habere. Hatta gözü gibi sakladığı ve kolay kolay kıyamayacağı çeyreklerini vereceğini bile söylemişti. Oğlu ev aldığı için yüreği yağ bağlamıştı. İstanbul’a gelir gelmez ilk işi, oğlum şu yeni dairenizi göstermeyecek misiniz bana diye sitem etmek olmuştu.

Hüseyin; “Anacığım yeni geldin, biraz dinlen, acelesi ne gösteririz. İçinde oturan var, öyle rasgele kapıyı çalıp giremeyiz, ayıp olur” dediyse de Emine hatun her fırsatta bunu hatırlatmaya devam etti.

Bir akşamüzeri işten eve döndüğünde Hüseyin annesini binanın önünde volta atarken gördü. Eli belinde, oğlunun yeni aldığı daireye bir sağdan bir soldan bakıyor, iki tur atıp tekrar bakıyor. Hüseyin’i görünce, hemen “Hoş geldin oğlum, sizin daire şu balkondan başlıyordu değil mi? Şuraya kadar mı sizin?” Hüseyin gülerek, biraz da sesini kısarak, konuyu kapatmaya çalıştı. Anacığım evet, haydi eve girelim. Emine hatun kararlı bir ifadeyle; “Dur oğlum” dedi. Hüseyin annesinin kararlı halini görünce; “Tamam anacığım, bu çatının altındaki daire, bak perdeleri kapalı, şu köşeden diğerine kadar olan. Söz hafta sonu kiracıya söyleyeceğim, Beş dakika da olsa evi sana göstereceğim.”

Emine hatun bu konularda oğlunun hassasiyetini bilirdi. Yine de sessizce elini beline koyarak dairenin hizasında bir baştan diğer başa bir tur daha attı. Vücut dili, belini eğerken dimdik ayaktayım demesi, yüzündeki ifade, ellerini-kollarını kullanış biçimi, “Evet, bu benim oğlumun dairesi, onu ben doğurdum, onunla gurur duyuyorum” cümlesiyle özetlenebilecek gururla yüklenmiş, özgüveni yüksek bir anlatımın dışavurumuydu.

Anadolu’nun köylerinde yaşamı kazanma mücadelesinin zorlukları anlatılmakla bitmez. Gerçekten çok yokluk çekilmişti. Emine hatun da çok çaba harcamıştı, beş çocuğa annelik yaparak yeniden bir yaşam kurmak pek kolay değildi.

Hafta sonu bir kahve içme bahanesiyle Hüseyin annesini yeni dairelerinde dolaştırmıştı. Emine hatun, evde uzun uzun volta atmış, kızım şu balkona da bir bakayım, mutfak da güzelmiş, derken tüm odaları dolaşmıştı. Kiracı hanım gülerek gel teyzeciğim şu çocuk odalarını da gör diye tüm odaları birkaç kez dolaştırmıştı. Memlekete gittiğinde kızı Emişen’e daireyi öyle bir anlatışı vardı ki; sanki İstanbul’un en güzel köşkünden daha güzeli onun oğlunun dairesiydi, bir uçtan öbür ucu görünmüyordu. Emişen’e şöyle vasiyet etmişti; “Bu kış gidin, Gardaşın Ali’ye de söylersin, bir balkonu var ki, o öyle balkonu çok sever. Gardaşı’nın evini gider görürsünüz. Eminim, sizin de yüreğiniz yağ bağlayacak.”

Emine hatun memlekette son yolculuğuna hazırlanırken; “Kızım Emişen, çağır Gardaşını” demişti.

Sağ olsun, Emişen bacının Emine hatunun üzerinde çok emeği vardı.  Şehirde erkek çocuklar iş güç uğraşırken Emine hatunun yükü çoğunlukla onun üzerindeydi. Evleri yan yana idi ve 24 saat beraberlerdi. Her zaman söylerdi; “Oğlum bacının çok hakkı var bende. Sizin neden haberiniz var, ben hasta olduğumda beni kuşlar gibi o besledi, hep yanımda yattı.”

Hüseyin vefatından önce annesine yetişmişti. Elini eline almış, yüzünü yüzüne dayamış, “Anacığım geldim, burada yanındayım” demişti. Can vermek üzere olan Emine hatun oğlunun yanaklarının sıcaklığını hissetmişti. Kısa bir süre de olsa rengi değişmiş, yüzüne can gelmiş, gözünü açmış, kuruyan dudaklarını zorla aralayarak “Geldin mi oğlum” demişti.

Anneler için evlat sevgisi anlatılır gibi bir şey değil. Bunu herkes bilir, Emine hatun da mücadele etmiş ve oğlu Hüseyin İstanbul’dan Kümeören’e ulaşıncaya kadar canını vermemişti. Ve yüzünde gülümseme, mutluluk ve canlılık ifadesiyle oğlunun kollarında vefat etmişti. Anacığını kollarında ebediyete uğurlayan Hüseyin’e orada eşlik eden Elif bacı, Gülden, Münevver hala hepsi şaşırmışlardı. “Seni bekledi, seni görmeden ölmek istemedi” demişlerdi. Emişen bacı; “Güccük Gardaşım, sen gelince ablamın renginin değiştiğini gözümle gördüm” dedi.

Ne mutlu sevgisini sağ iken zamanında gösterebilenlere, ne mutlu annesini babasını, eşini dostunu üzmeyenlere. Ne mutlu dünyanın her yerinde insan gibi insan olmayı başarabilenlere ve bunu esirgemeden sunabilenlere.

Check Also

Ali Gardaş/Resimler