6-Anadut Sopası

Veysel ağabeyim askerden yeni dönmüştü. Ekin biçme mevsimine yetişti. Ekinlerin biçilmesi bitmişti ki, Ali ağabeyim de Adana’dan geldi. Ekine yetişemese de harmana yetişmişti. Babamın keyfine diyecek yoktu. Hem çocuklarının yanında hem de işlerin yetiştirilebilecek olmasına çok sevinmişti.

Babam hafif bir sitemle Ali ağabeyime; ‘‘Ekine yetişemedin oğlum” dedi. Ali ağabeyim de,  “Babacığım, elin işi, hemen izin vermiyorlar, ancak izin alabildim” diye cevap verdi. Babam; “Tamam, oğlum, keşke iznini biraz fazla alabilseydin, harmandan sonra da kalırdın” diyerek konuşmayı sona erdirdi.

Ali ağabeyim başını salladı ve “İnşallah gelecek sene babacığım” dedi. Babamın daha şimdiden, gelecek yılı beklemenin hüznü gözlerine yansımıştı.

Harman için hazırlıklara başladık. Anadut, dirgen, tırmık, yaba tekrar gözden geçirildi.

Anadut; 5-10 kilo ağırlığındaki sap demetini tutup kaldırmak için geliştirilmiş, ucunda üçgen biçiminde üç parmağı ve iki metre uzunluğunda bir sapı olan basit görünümlü ama çok önemli bir alettir.

Adı gibi ana tutacak aletidir. Özel deri parçalarıyla üçgen parmaklar birbirine bağlanarak hem esnek, hem de oldukça sağlam tasarımlı bir alet elde edilmiştir. Anadut; sapının avuç içerisinde kolayca kavranabilmesi, elden kaymaması, tutma kolaylığı, yük kaldırabilme gücü ve dengeliliği gibi özellikleriyle değerlendirilirdi. Çiftçiler kendi aralarında şöyle derdi:  “Anadutun iyi ise iş mi dayanır insana.”

Dirgen, genelde üç, bazen dört demir uçtan oluşan sap tutma aletidir. Sap yığınlarının dengeli dağıtılmasında kullanılır.

Tırmık, tarlada kalan sapları toplayarak temizlemeye yarar. 20-50 demir parmaklı, uzun saplı, bugünün saç tarağına benzeyen bir alettir.

Yaba ise ahşaptan büyük bir özenle hazırlanmış, kol ve ele benzeyen, kolayca tutulacak bir sapı, el gibi kavrama yeteneğine sahip parmakları olan ve genelde saman halindeki malzemeyi toplamaya veya karıştırmaya yarayan bir alettir.

Arabaların tekerleri yağlandı, sap taşımada kullanılacak ağaçtan yapılmış seren kontrol edilerek bir yıl beklemenin oluşturduğu bozukluklar giderildi. En az iki üç gün alan bu işler bitince, 2-10 km arasında değişen uzaklıklardan saplar toplanıp arabaya yüklenerek köyün içindeki harmanlara getirilmeye başlandı.

Getirilen sapların harmanda serilerek iyice kuruması sağlanır, sonra döven denilen sapı öğütmeye yarayan aletle dövülerek saman haline getirilirdi. Döven yine ahşaptan üzerinde bir-iki kişinin ayakta durabileceği veya oturabileceği, altında özel kesici-öğütücü taşları olan sevimli bir aletti. Atla Sapların üzerinde ki atlarla yapılan sabır yolculuğunun en önemli parçasıydı.

Bazen Adana’dan misafirler gelip dövene binmek istediklerinde bayram edilirdi. Hele de Mehmet dayının (Tankerci Mehmet) oğlu Osman ağabey döven sürmeye bayılırdı. Oradakiler de kenarda onu büyük bir zevkle izlerdi.

O gün Ali ağabeyim babamla harmanı hazırlamak üzere evde kaldı. Biraz da hamlar diye Ali ağabeyime torpil yapmıştık. Veysel ağabeyimle sap getirmek için tarlaya gidecektik.

Sabahın ilk ışıklarıyla düştük yola. Adettendi, kuşluk vaktine kadar en az bir sefer yapılır, sonra kahvaltı hak edilirdi.

Bir taraftan doğanın sunduğu mis kokuyu içimize çekerken diğer taraftan tekerlerin bıraktığı izin güzelliğini takip ederek tarlaya doğru yaklaştık. Teker izleri kıvrıla, kıvrıla sanki bir ömrü tarif ediyordu.  Birden Veysel ağabeyimin, “Hüseyin Gardaşım dikkat et, uyursan düşersin ha!” uyarısı ile gözlerimi açtım.

Vahanlara gelmiştik. Çalışacağımız yer beş altı dönüm üzerine arpa ekilmiş tarla idi. Arpa sapları çok özenli bir şekilde yığınlarda toplanırdı. Yığın ortalama iki ila beş metre çapında, arpa veya buğday saplarının düzgün destelerle duvar örer gibi örülmüş bir kümesidir. İki üç metre kadar yükseklikte, bir koni yapısında, yağmur yağdığında su almayacak, rüzgâr estiğinde dağılmayacak şekilde özenle yapılması gerekir.

Saplar, yığınlardan çok düzgün bir şekilde anadutla demet demet alınır, duvara tuğla yerleştirir gibi arabaya yerleştirilirdi. Hele gençler arasında düzgün araba vurmak, yani arabaya sapları duvar örer gibi yerleştirmek en itibarlı marifet sayılırdı.

Veysel ağabeyim de araba yüklemede marifetli kişilerdendi. Öyle ki; vurduğu araba, maşallah ip gibi, o kadar yolda hiç bir tarafı bozulmadan köye kadar gelirdi.

Arabayı düzgün yüklemenin en önemli özelliklerinden biri de sapların arabanın üzerinde stabil olarak kalmasını, o eğri büğrü yollardan geçerken dağılmamasını sağlamaktı. Aksi halde bir araba sap dağıldı mı,  onu üç dört arabada köye getiremezdiniz. Ayrıca araba yoldaki herhangi bir eğimli geçişte devrilmemeliydi, o nedenle oldukça dengeli vurulmalıydı.

Veysel ağabeyim de karayağız bir delikanlıydı. Çok becerikli ve sabırlı bir adamdı.  Askerden yeni gelmiş, kızların gözü üzerinde, öyle araba yapacak ki, eskiden olduğu gibi herkes; “Maşallah Veysel’in yaptığı sap arabası bu” diyecek.

İlk yığını arabaya yüklemeye başladı. Birinci yığın yarılanmadan bana “Haydi Gardaşım, çık arabaya” dedi. Düzgün araba yükleyebilmek için önemli ihtiyaçlarından biri de arabanın üzerinde birinin durması ve aşağıdan uzatılan sapı tutarak doğru yerleştirilmesi için yardımcı olmasıydı.  Kenar duvarlara bir sıra konunca ortaya bir miktar sap atılır, bu saplar çiğnenerek kenardaki saplarla bütünlük oluşturması sağlanırdı. Böylece hem araba daha çok sap alır hem de daha dengeli yüklenirdi. Birbiriyle bağlantıya getirilebilmişse saplar kolay kolay birbirinden kopmaz ve uzun sarsıntılı yolculuk boyunca kaymazdı. İkinci yığına geçmiştik. Araba epeyce yükselmişti, artık anadutla uzanmak zor olmaya başlamıştı.

Arabanın içinde nerdeyse kaybolmak üzereydim. Veysel ağabeyimin; “sapın ucundan tut, biraz sağa çek, biraz sola, ucuna bastır, bak kayacak olmadı, biraz daha sağa” gibi uyarıları bana sapları nasıl yerleştireceğim hususunda yön verdi. Arada bir “Aferin aferin güzel araba olacak, görsünler araba nasıl vurulurmuş” diye yüreklendirdi. Veysel Garani’nin arabasıydı bu. O, keyifle, dolu bir anadutu uzattı, ben de olanca gücümle sapa abanıp yakaladım.

Veysel ağabeyim;

“Ne yaptın Gardaşım? Kaydırdın sapı, dikkat et!” dedi.

İlk uyarısını yapmıştı. İkinci anadutu daha dikkatli ve mümkün olduğunca hatasız bir şekilde kavradım. Ancak bir sonrakinde ne olduğunu kavrayamadan bütünüyle desteyi kaydırdım.

Sap demeti hassas terazi gibiydi; küçücük bir yanlış veya dengesiz hareket tüm emekleri boşa çıkarıyordu. Ve öyle de oldu; o sıradaki tüm sap demetleri kaydı.

Daha ne olduğunu anlayamadan birden anadutun sivri tarafının bana doğru geldiğini gördüm. Anadutun ağırlığını ensemde hissettim. Aynı anda Veysel ağabeyimin hiç yapmadığı bir ses tonuyla “Ne yaptın” diye kızgınlıkla bağırdığını işittim. Anadutun darbesi canımı o kadar yakmamıştı ama ağabeyimden azar işitmek çok zoruma gitmişti. Ailemizde kolay kolay kızma, bağırma ve dövme olmazdı. Bu yüzden ağlamaya başladım.

Ağabeyim amacını aşan bu durum için üzülmüştü. Bir yandan gönlümü almaya bir yandan işin önemini açıklamaya çalışıyordu. “Bak bu araba yolda kayarsa, iki günümüz boşa gider.  Tamam mı Gardaşım; dikkat et, rezil olmayalım ele aleme” diyordu. Arabaya sapı yükleyip köye geldik. Bizi Ali ağabeyim karşıladı. Arabadan, sapın üzerinden kayarak Ali ağabeyimin kucağına indim.

Veysel ağabeyim gülerek “Ağabey, bugün Gardaşını anadutla haşladım; yeterince dikkat etmiyordu, az daha arabadaki bütün sapı kaydıracaktı” dedi.

Ali ağabeyim gözlerini açarak, “Aferin sana, bu çocuk o kadar yüksek arabada senin her dediğini nasıl yapsın? Kocaman adamsın, sen ayarlayacaksın, arabaya sap yüklemeyi unutmuşsun, acısını da Gardaşımdan çıkarıyorsun değil mi?” diye kızdı.

Ali ağabeyimin tatlı sert fırçası sonrasında olay tatlıya bağlandı ve açlıktan kazınan midemiz hazırlanan çörek ve çayla bayram etti.

Evlikte kurulan, toprak zemin üzerindeki yer sofrası, bakır sini ve üzerinde taçlanan bu mutluluğu hep özlerim…

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler