62- Ali Gardaşsız Bir Adana

19 Eylül 2013 Perşembe, 22.00’de Adana’ya ulaştığımda bana bir garip gelmişti. Ali Gardaş ’sız bir Adana bana çok anlamsız geldi. Ev aynı ev, yeğenler aynı yeğendi. Veysel ağabeyim, yengelerim elbette benim için çok önemliydi ama içimde oluşan derin boşluk öyle orada kocaman haliyle duruyordu.

Perşembe akşamı hava alanından taksiye yöneldim, canım istemedi. Koşarak eve gitmenin ne anlamı vardı. Hızla yürümeye başladım. Biraz yürüdükten sonra ana yola ulaşmıştım. Gidiş yönüne yeni geçmiştim ki, birden önümde bir dolmuş durdu. Sormadan binmiştim dolmuşa. Yüzüme bakan Şöför, ağabey bu Şakirpaşa’ya iç yoldan gider, yanlış binmeyesin. Aslında Barkal dolmuşu diye başka bir dolmuşa binmiştim.  “Olsun” dedim, “Beni kapalı pazar alanının önünde indirin. Olur mu?”

“Tamam ağabey” dedi.

Pazar alanının önünde indim. Bildiğim yerlerdi. Eve 500-600 metre uzaktaydım. Eve doğru istemeye istemeye yürüyordum. Her zaman koşarak gitmek istediğim eve yaklaştıkça, sanki ayaklarım frene basıyordu.

İki katlı bir evleri vardı. Ali ağabeyim ve Veysel ağabeyim altlı üstlü otururlardı.  Büyük ağabey üstte oturur, saygı ve gelenekler bunu gerektirirdi. Evleri yapılınca Veysel, Ali Gardaşa; “Ağabey, sen yukarda otur, balkonda oturmayı çok seversin. Sonra evin üzerine bir asma çıkarız, çocuklar için belki bir kat daha yaparız.”

Dört yıl lise eğitimi ve üniversiteye hazırlık abilerimin yanında geçmişti. Başkasının evinde kirada yaşamak, hele de aile kalabalıksa ve gelip gidenin çoksa hiç de kolay değildi. Gerçi Ali Gardaşı kaldığı her evde bir süre sonra ev sahipleri kendi çocukları gibi sevmişlerdi.

Bu ev kendi alın terleriyle yapılmış, tasarlanmasından inşaatına kadar her aşamada emekleri vardı. İki yıl inşaat süresince evle bütünleşmişlerdi. Bu yıl temelini atalım, toprak basımı çıksın, seneye de evi çıkarız inşallah. Ve nihayet bitmişti, hepimizde özel anıları olan bir evdi. Hasan dede, oğulları ev sahibi olsun diye çok sevdiği Büyükdere tarlasını satmıştı. Ben de Üniversite’deki maaşlarımdan biriktirebildiğimi göndermiştim. Ama en çok sıkıntıyı onlar çekmişti. Bu iki katlı evle ilgili hepimizin zihinlerinde yaşanmış hatıralara atfedilen özel bir yer vardı.

Eve yürüyerek yaklaştığımda bir an ön kapıya yönelmek gelmedi içimden. Arka kapıya, Ali Gardaşın o saatlerde hep oturduğu balkon tarafına yöneldim. Bir sokak geri gelerek arkadan evin önüne ulaştım. İki katta da ışıklar yanıyordu. Adettendi 40’ı çıkıncaya kadar, ölü evinde tüm ışıklar yanardı. Saat 23.00’e geliyordu. Ali Gardaşın oturduğu balkon boştu. Devamlı oturduğu ikinci kattaki balkonda O’nun sediri sanki onu beklercesine yerli yerinde duruyordu.

İyice yaklaştığımda tutamadım gözyaşlarımı. 10-15 dakika ıslak gözlerle balkonu süzdüm. Sonra yavaş yavaş ön kapıya yöneldim. Yeğenlerim fark etmişlerdi beni,  rahatlayayım diye bir süre sessizce eve yaklaşmamı beklemişlerdi. Ancak onlar da daha fazla dayanamadı. Giriş kapısı hızla açılarak, kucaklaştık. Çocuklar amcalarını görünce babalarının kaybını tüm şiddetiyle yeniden yaşıyorlardı. Hele Veysel Gardaş, 15 günde sakalları renk değiştirmiş, çökmüş, perişan bir görünümdeydi.

Sebahat yengem, “Oğlum” dedi, “Hepimiz elimizden geleni yaptık, için rahat olsun, kader böyle imiş.” Olayı tüm detaylarıyla yaşayan Yengem hepimizden daha dirençli görünüyordu. Ağlaşarak üst kata Ali ağabeyimin evine çıktık. Sebahat yengem, Veysel ağabeyim, Dursel yengem, Murat, Hayat ve çocukları,  Kapıdan içeri girdik. Girişte küçük bir salon-holl, sol tarafta büyük oturma salonu, sağda devamlı oturulan ve kapısı balkona bakan oda. Gelip, giden çok diye Salonda oturuyorlardı, herkes oraya yöneldi. Ben oturmaya çalışırken yeğenlerime, “Durun” dedim, “Bana biraz izin verin.” Doğru Ali Gardaşın odasına ve sedirine yöneldim. Ve sarıldım sedire. Ali Gardaşa sarılmış gibi, hıçkıra hıçkıra ağladım, herkes uzaktan ıslak gözlerle beni seyrediyordu. Bir süre süre sonra kafamı kaldırdığımda herkes oraya taşınmıştı. Orada oturmamışlardı, bugüne kadar içleri elvermemişti. Oradakilere dönerek; “Burada oturalım. Ali Gardaşın yanında. O, sevdikleri kendine yakın olunca çok mutlu olur. Mekanın cennet olsun melek ağabeyciğim. Nasıl alışacağız sensizliğe bilmiyorum” dedim.

Herkes o küçük odada Ali Gardaşla birlikteymiş gibi anılara daldı. Balkona çıktım, uzun uzun gökyüzüne baktım. Yengem, “Kızım yemek hazırla amcana, yoldan geldi” dedi. “Yok” dedim. “Sadece şu sedirde Ali Gardaşla beraber çay içmek istiyorum.” Karşılıklı oturarak çayımızı yudumladığımız ve geçmişe ait anılarla yad ettiğimiz güzellikler geldi aklıma. O, yorgunluk çayını sedirde içerken yeniden hayat bulur ve tüm yorgunluğunu sanki kısa bir sürede atardı. “Ağabey yat sen, sabah işe gideceksin” dediğimde, “Yok oğlum, hava güzel, bak esiyor da, Adana’da bu serinlik ele geçmez. Her zaman uyuyoruz” derdi. Ben ona kıyamazdım ama bir süre sonra yeniden demlenen çayın eşliğinde yeni bir sohbet başlardı. Sebahat yengem takılırdı: “Bak sizi yalnız bırakıyorum, bizi rahat çekiştiresiniz diye.” Ben de “Yok yengeciğim” demeye fırsat kalmadan gülüşmeler başlardı. Yengem; “Tamam oğlum, benim içerde biraz işim var, çayınız bitince haber verin. Biraz yiyecek bir şey hazırlayım mı yanına” derdi.

Bu sevecenlik unutulur gibi değildi. Yengem de Ali ağabeyimle evlendiğinde çocuktu. O da bizimle büyümüş, olgunlaşmıştı. Ne çocuk diye biz onu daha az saymıştık,  ne de büyük abilerinin hanımıyım diye o bizi çocuk görmüştü.

Veysel ağabeyimin yanına geçtim. Elimi omzuna attım, bitkin hali beni korkutmuştu. Ağabeyciğim demeden o konuşmaya başladı. Birden direnç gelmişti. “Gardaşım” dedi ve ekledi: “Hiç acı çekmedi ağabeyim, ecel bu, çok çaba harcadık. Elimizden gelen her şeyi yaptık, kuş gibi birden bire uçup gitti, anlayamadık.”

Bana yansıtmamışlardı ama son bir ayda insanüstü bir mücadele verdiklerini öğrenmiştim. Özellikle son 24 saatte bu amansız gidişi durdurmak için olağanüstü ölçülerde gayret etmişlerse de maalesef ecelin önüne geçememişlerdi.

Beni karşısında görünce Veysel Gardaş biraz canlanmıştı. Dursel yengem; “İyi ki geldin oğlum. Bak Veysel ağabeyinin yüzüne kan geldi” dedi.

“Ağabey” dedim, “Ayakta duracağız, Ali Gardaşın sevgisine layık olmak için çalışacağız. Hiç bir şey onu geri getirmez. Ama biz onun isteklerine uygun davranalım ki ruhu şad olsun, rahat uyusun.”

Ali Gardaş gibi yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmayan insana ölümü kimse yakıştıramıyordu. Ama ölüm gerçekti ve soğuk yüzünü bir kez daha göstermişti.

Gece 1.45’de yaşamı sona erdi. Şakirpaşa mahallesi o gece hastaneye akın etti. Dile kolay 40 yıldır büyük bir sevgi ve saygı içerisinde birlikte yaşıyorlardı. Ali Gardaş hayatında bir kuşu bile incitmemişti. Büyüğünden küçüğüne, herkes onu çok seviyordu.  Ali ağabeyleri geride kalmış, artık herkesin gönlünde “Ali dede” olmuştu.

30 Ağustos 2013 Cuma günü öğle vaktinde Kabasakal Mezarlığında ebediyete uğurlanacaktır. Kabasakal mezarlığında iğne atsan yere düşmez bir kalabalık toplanmıştır. Vefat edeli topu, topu 10 saat olmuştur ama zincirleme halka büyümüş ve pek çok insanı kendisini ebediyete uğurlamaya getirmeyi başarmıştır. Sadece Güccük Gardaşı hariç, o kıtalararası uzaklığa yenik düşmüştür. Ancak çok sevdiği abisine Amerika’dan dualarıyla eşlik edebilmiştir.

Sabah Emel, Hasan derken acılar yeniden paylaşıldı. Cuma idi haydi dedik; “Erken gidelim, Kur’an okutalım, hocalarla helalleşelim. Onların dualarını alalım. Sonra da mezarlığa gidelim.”

Cuma namazı sonrası mezarlığa geçtik. Kabasakal mezarlığı bana çok ilginç gelmişti. Bende garip hisler uyandırdı. Rahmetli ağabeyim, Anadolu’yu, memleketini çok severdi. Böyle sakin, doğayla baş başa ve hafifçe serin yerler O’nu mest ederdi. Mezarının bulunduğu konum, hafif kırsal ama daha çok yeşilliğin buluştuğu çok güzel bir manzaraya sahipti. Biz de çam ağacı ve çiçekler diktik. Mezarın başında saatlerce oturduk. Sonra, yarın tekrar geleceğiz diye söz verdik ve ıslak gözlerle oradan ayrıldık.

Check Also

Ali Gardaş/Resimler