9-At Arabasıyla Kurgulanan Yaşam

At arabası dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de 20’nci yüzyılın unutulmaya yüz tutan en önemli taşıma araçlarından birisidir.  Yaygın ve uzun süre kullanımı ile insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuştur. Eski filmler veya otantik ortam yaratma arayışı için kullanımı da olmasa tamamen hafızalardan kaybolacak bir araçtır.

At arabası; ahşap destek elemanlarının dışına geçirilmiş bir çemberle sabitlenen,  genelde dört tekerli, ön ortada komuta merkezi olarak görev yapan, atların ortasına boylu boyunca uzanan bir ok,  bir birine ahşap taşıyıcılarla bağlanan ve güvenli bir taşıma aracı oluşturmak için tekne ile desteklenen bir araçtır. Ön tarafında bir sürücü bulunur. Atların dizgini O’nun elindedir. Ayakları okun destek kısmındadır. Atları harekete geçirmek için onların duyabileceği şekilde “Haydi bismillah, deh deh, haydi yavrum, haydi oğlum gidiyoruz” diye seslenilir. Atlar bu sese alışıktır, yavaş yavaş harekete geçerler. Eğer kulaklarına kamçı sesi gelirse hareketleri aniden hızlanır.

Hasan dedenin sesi duyulurdu:

“Oğlum dikkat et düşme. Tekneden iyi tut.”

Arabanın arkasına oturup ayaklarınızı arkaya doğru uzatarak yolu izlemek at arabası yolculuğunun en zevkli taraflarındandır. Yol ince, sadece bir at arabası genişliğinde, ortasında otların yeşerdiği, kusursuzca birbirini paralel olarak izleyen kıvrımlarla sanki sonsuza doğru uzanan bir geleceği temsil ediyordu.

Arabanın iki tekeri yolda hafif tozu takip eden kusursuz bir iz bırakırdı.  İzler daralarak bir birbiriyle buluşurken, büyük ozan Aşık Veysel’in aşağıdaki dizelerindeki gibi şarkı söyleyerek, uyanan doğaya özel bir anlam katardı.

Uzun ince bir yoldayım.

Gidiyorum gündüz gece.

Bilmiyorum ne haldeyim

Gidiyorum gündüz gece.

“Oğlum tekerleri yağladın mı” diye seslenirdi Hasan dede. Tekerleri yağlamak önemliydi. Aksi halde demir milin içinde sürekli dönme hareketi uyguladığı yuva hızla ısınır, aşınır ve araba yolda bir sağa bir sola gitmeye başlardı. İnsanlar o dönemlerde sanki sabır küpüydü. Tonlarca pancar, arpa, buğday, patates soğan hepsi ama her türlü ihtiyaç bu küçücük at arabasıyla taşınırdı. Elli kilo yükleyince iş bitmez, beş yüz kilodan fazla yükleyince de at gitmezdi. Bunun yokuşu vardı, inişi vardı, aradaki uygun kararı vermek önemliydi.

Erkenden kalkılır, atın karnı doyurulur ve karnı doyan at koşum için hazırlanırdı. Eğer, dizgin, gem koşumun en temel araçlarıydı.  Bunlar, atın ana gövdesini kavrayacak şekilde birbiriyle uyumlu yapılmış olurdu. Gerektiğinde yer değiştirebilen kayış ve kilitleme mekanizmalarıyla koşum atın fiziksel yapısına göre ayarlanabilirdi. Esas amaç, koşumun atın gövdesine onun hareketlerini kısıtlamayacak ve kuvvetini rahatça uygulayabilecek kadar sıkı oturmasını sağlarken aynı zamanda rahatsız etmeyecek biçimde dengeli ayarlamaktı. Bu başarılamamışsa, 15-20 metre gitmeden atlar değişik reflekslerle oluşan rahatsızlığı anlatırdı.

–Oğlum atın koşumunu hazırladın mı?

–Tamam baba, son kontrolleri yapıyorum.  İstediğin zaman çıkabiliriz.

–Avrat, azık hazır mı? Biraz da su koy. Tarlada suya gitmek için zaman harcamayalım.

–Tamam herif, hepsi tamam, oğlun arabaya yerleştirdi bile.

Emine hatun yavaş sesle Veysel’e doğru dönerek seslenir: “Kırk kez söylemese olmaz.”

Hasan dede farkına varır ve kısa bir sessizliğin sonunda;

“Ah çıtağın kızı, unutunca kim gelip alacak bunları” derdi.

Veysel gülümser ve Hasan dedenin emriyle, “Haydi, deh, deh” diye arabayı sürerdi.

 

 

 

 

 

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler