49- Sevginin Gücü

Ali Gardaş, Sebahat yenge, Veysel ağabey ve Hüseyin hafta sonu Misis’e giderler. Orada ünlü tankerci Mehmet dayıları vardır. Hüseyin için bu ilk Misis ziyareti, duygusallığa ve aşka  ilk adımın atılması demektir.

Hüseyin 15 yaşına yeni girmiştir. Kendisine gülümseyerek bakan, kapkara bir çift gözü görünce, içinde fırtınalar kopar. Anlam veremediği ama müthiş mutlu olduğu karışık duygular içerisindedir. Duyguların bu karşılıklı etkileşimi; küçük kaçamak bakışmalar, bazen istem dışı göz teması, anlamlı bir gülüş, minicik bir sözcük yüreklerine düşen sevdanın ilk kıvılcımlarını oluşturur.

Lise biter, üniversite biter, iş yaşamı başlar. Remziye ve Hüseyin, bu uzun süre içerisinde meydana gelen her türlü zorluğu karşılıklı güven ve sevgiyle aşarlar. Hüseyin üniversiteyi bitirip çalışmaya başlayınca, “Evlenelim artık” der.  “Bak, benim iyi bir işim var. Senin mesleğin de çok güzel, iyi bir iş bulmaya uygun.” Fakat, Remziye ikinci üniversitesini bitirmek için ailesine söz vermiştir. Remziye’nin yeni üniversitesi, Hüseyin’in yüksek lisansı, askerliği derken nihayet bu sabır yolculuğu 17 Nisan 1989’a kadar sürer. 1976’dan 1989’a kadar, her türlü yıpranmaya, güçlüğe rağmen bu sevgiye sadakatle bağlı kalırlar. Ve Nisan ayı onlar için bereket ayı olur. 17 Nisan Adana ve 19 Nisan Sivas olmak üzere çifte düğün yaparlar. Öyle ya, bunca mücadele sonunda iki ailenin de kendi evlerinde özel düğünü istemeleri haklarıdır.

Düğünden üç gün sonra 22 Nisan sabahı İstanbul’a gelirler. Onlar için yeni bir mücadele başlar. Bir araştırma görevlisi maaşı, çifte düğün sırasında limitleri dolan kredi kartı borçlarına rağmen kendilerini, ailelerine yük olmama kararı, gurur ve özgüvenle amansız bir mücadele içinde bulurlar. Ceviz işlemeli bir sandık, sarılıp sarmalanmış bir yün yatak ve yorgan, iki bavul, bir küp peynir, bir küçük bidon yağ, köyden konulan kuru erzakları içeren bir çuvala yükleyip Topkapı’ya inerler. Evlerine yakın yere Taksime kadar servis vardır. Hüseyin ıkıla sıkıla servise yerleştirir eşyaları, Taksime gelince de servis onları bir kenarda indirir. Hüseyin’in yüzü tutsa, ağabey gözünü seveyim bizi Feriköy’e bırak, Taksim’in ortasında rezil olmayalım, tekrar araç aramayalım diyecek. Ama servisçinin zamanı kısa, inmek zorunda kalırlar Taksimin ortasında, “Köyden indim şehire” misali, araç ararlar bir süre. İnsanlar garip garip bakar onlara, ama onların gözü bir şey görmez, mutlular, birlikteler, özgürler ve Remziye’nin ilk kez göreceği evlerine yeni yuvalarına ulaşmaya az kalmıştır. Sonunda onları Taksim’den Feriköy’e götürecek bir taksi bulurlar.

Onların ilk yuvası; Feriköy, Keşfi Efendi Sokak’ta cumbalı, küçük bir giriş holü olan, biri yatak odası olmak üzere iki odalı, küçük 35 m2 alanlı bir evdir. Eski bir binanın ikinci katındadır bu ev. Hüseyin, bir arkadaşının çalıştığı konfeksiyon atölyesinde özel süslemeli bir perde yaptırmıştır.  Arkadaşı Mehmet, “Ağabey, malzemeleri toptancıdan alalım, dikişi benden, düğün hediyesi olsun” demiştir. Bir küçük yatak odası takımı ve bir çekyat almıştır. Özellikle kenarları süslemeli, pembeli, beyazlı bu perde eve özel bir hava vermiştir.  Hafif beyaz gri karışımlı duvar kağıtları, tahta zemini ile ev oldukça az eşyalı ama sıcak bir mekana dönüşmüştür. Hüseyin sert bir karton kutuyu ters çevirerek üzerine pazardan aldığı ucuz ama gösterişli bir naylon örtü sermiş ve oturma odasında kendince bir masa yapmıştır ortaya. Henüz, siyah beyaz da olsa televizyonları yoktur. Küçük bir buzdolabı, bir set üstü ocak ve bir tüplü şofben, onları yaşam konforuna hazırlayan eşyalardır.

Daracık merdivenlerden çıkararak eve ilk girdiklerinde ikisi de müthiş heyecanlıdır. Öyle ya Hüseyin çok sevdiği ve on yıldır beklediği hayat arkadaşı için hazırladığı ortamı bir an önce göstermek için heyecanlanırken, Remziye de ilk kez geldiği bir şehirde yeni yaşam alanını görmenin heyecan ve mutluluğu içerisindedir.

“Aferin” der, Remziye; “İyi becermişsin. Erkek başına, bir ev düzeni kurmak kolay değil.”

Hüseyin; “Çok eksik var, pek çok şeyi yetiştiremedim” diye cevap verir ve ekler: “Merak etme, biz burayı cennete çeviririz. Ne demişler iki gönül bir olunca samanlık seyran olur.”

Gözlerinden yayılan mutlulukları dudaklarında tebessüme dönüşür.

Öyle de olmuş, her şey iyi başlamıştır. Zor koşullarda ama büyük bir azim ve umutla yaşam mücadelesine atılırlar. Bu küçük evde bir araştırma görevlisi maaşıyla hem günlük yaşamlarını sürdürürler hem de kendilerini geliştirmeye çalışırlar. 1992’de ilk çocukları Anıl dünyaya gelir.

Hayat şartları zor olsa da onların sahip oldukları çok önemli bir güç vardır. Her türlü zorluğu birlikte aşma enerjisini onlara veren sevginin gücü hep yanlarında olur.

İki yıl sonra çok sevdikleri bu evden ayrılmak zorunda kalırlar. Yeni mekanları Şirinevler’dir.  İkinci çocukları Mehmet de burada dünyaya gelir. 2000 yılında Bahçeköy’e taşınırlar. Yaşamlarını burada sürdürmeye başlarlar.

Aradan nerdeyse 7-8 yıl geçer, Hüseyin de Remziye de çalışmaktadır. Uzunca bir mücadeleden sonra bahçe katında mütevazi bir evleri olur. Ali Gardaş onları ziyarete gelir, yaşamlarındaki en anlamlı günlerden biridir. Çünkü emeğini boşa çıkarmadıklarını Ali Gardaş’a gösterebilecek, onun yaptığının çok, ama çok azını da olsa yapma fırsatı bulabileceklerdir. Hüseyin ağabeyinin yanında dört yıl kalmıştır. Özellikle iş yaşamı başlayınca çok sınırlı görüşebilmişlerdir. Şimdi Belgrad ormanlarında doğanın en güzel nimetlerini sunduğu bu alanda birlikte yürürken Anadolu, Sivas, Adana, Anne, Baba tüm bu güzellikler ve değerler tek tek gözlerinin önünden geçer. O iki saatlik yürüyüş, Hüseyin’in belleğinde dünyanın en güzel hatıralarından birisi olur.

 

Check Also

Ali Gardaş/Resimler