Uzun bir süre, “kendimi yenilemek için ne yapabilirim” diye düşünüyordum. “Bir akademisyen olarak üstlendiğim sorumluk daha fazla gelişmeyi gerektiriyordu. Uluslararası alanda bilgi ve deneyim eksiklerim açıktı, üstelik on yıldır yurt dışına çıkmamıştım. Sonunda, yurt dışına çıkmaya karar verdim. Uygun zamanı yakalamalıydım. Sadece yaz döneminde iki, maksimum üç ay olabilir diye değerlendiriyordum.
Girişimleri başlatmıştım. Davet mektubu, görev talebi gibi uzun adımların sonunda iki aylık bir süre için ziyaretçi öğretim üyesi (Visiting professor) olarak Amerika’ya gitmem kesinleşti. Eşim Remziye, Oğlum Anıl ve Mehmet’in de olduğu bir plan tasarlamıştım. Ama Remziye’nin geçirdiği rahatsızlık nedeniyle bu kadar uzun bir yolculuğa çıkması çok uygun görünmüyordu. Anıl’ın yaz kampı, Mehmet’in üniversite sınavı ve kayıtları vardı. Sonunda tek başına gitmenin en doğrusu olduğuna karar verdim.
O günlerde birçok şeyi yoluna koymaya çalışıyorduk Yaşadığımız sağlık sorunlarının toparlanmasında epeyce yol almıştık. Ancak bu arada aile ziyaretlerine hiç zaman ayırmamıştık. Böyle bir dönemde iki ay gibi kısa bir süre için de olsa yurt dışına çıkmak çok özel bir durumdu benim için. Amerika yolculuğu kesinleşince yaza mutlaka yapmayı planladığımız ziyaretlere de zaman kalmıyordu. Ağabeylerimi, ablamı, ailemi çok özlemiştim, üstelik bu dönemde Ali Gardaş bir rahatsızlık yaşamıştı.
İstanbul-Şikago yolculuğu karmaşık duygularla başlamıştı. Özlemlerim, yaptıklarım ve yapamadıklarım gözümün önünden bir şerit halinde geçiyordu. Önemli bir aşamaydı benim için. Ama doğru mu yapıyordum? “Ya, bana ihtiyaç olursa” diye düşünüyor, sonra “o zaman hemen dönerim” diye kendimi rahatlatıyordum.
Şikago OHR’den Amerika’ya giriş yaptık. Havaalanı’nda taksiye valizleri özenle yerleştirdik. Önde ben, Azize ve Bülent arkada, yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuk sonunda otele ulaştık.
Şikago, gökdelenlerin özel bir uyum içerisinde birbiriyle dans ettiği çok güzel bir şehirdi. Geniş meydanları, bisiklet yolları, açık hava konserleri ile insanı büyülüyordu. Şikago’daki iki günlük gezi çok güzel geçmişti. Buradan güzel anılarla ayrılarak 17 Temmuz 2013’te Oklahoma State Üniversitesi’nin bulunduğu Stillwater’a geldik. Üniversite alanı içerisindeki West 108/10’daki planlanan daireye yerleştim. İkinci katta, ortada bir salon, mutfak, yatak odası ve bir küçük odası olan küçük aile için uygun bir daireydi. Keşke Remziye ve çocukları da getirebilseydim diye düşündüm. Anlatılanlardan çok daha iyi bulmuştum. Ancak çok sıcaktı, klimasız yaşamak nerdeyse mümkün değildi. İlk alışverişimizi orada bulanan Salim hocanın asistanı Çağatay’la yaptık.
İkinci gün erkenden uyandım; “Böyle olmaz, klimanın altında durarak burada bir şey öğrenemeyiz, çıkıp çevreyi tanımalıyım” diye düşünüyordum. Kaldığım yeri tekrar bulabilmek için sağıma soluma bakarak dışarıya çıktım. Ayrıca Süleyman’ın anlattığı detayları içeren internetten aldığım bölge krokisini de yanıma almayı ihmal etmedim. FRC (Aile Yaşam Merkezi) oldukça yakındı. Anlattıklarına göre orada yabancı dil eğitimi de olmak üzere sürekli faaliyetler vardı. Kapıyı çekinerek açıp içeri girdim. Resepsiyonda güler yüzlü iki bayan vardı. Daha kapıdan girer girmez, “Hi” demişlerdi. “How are you?” Bu sıcak karşılama biraz şaşırtmış ama aynı zamanda biraz da özgüven vermişti. Selam vererek kendimi tanıttım. İngilizce kursuna başlamak istediğimi söyledim. Görevliler çok sıcak davranıyor, bir kelime söyleyince 10 kelime ile karşılık vererek söylediğinizi anlaşılır hale getiriyorlardı.
Henüz kurs hocaları gelmemişti. Sınıfları gösterdiler, hangisini istersin diye bir yığın seçenek söylediler. Doğrusu detayları anlamamıştım ama önemli olan başlamaktı. Kursa girmiş, kendimi tanıtmış, üstelik arkadaşlarımdan da bahsederek ertesi gün onları da getireceğimi söylemiştim. FRC kampüs alanı içerisindeki tüm öğrenci, öğretim elemanı ve misafirlerin lojistik destek merkeziydi. Sabah 07’den gece ikiye kadar sürekli açık olan; sizi dinleyip ilgili destek ekibine yönlendirecek görevlilerin olduğu, bir büyük etkinlik salonu, bir bilgisayar laboratuvarı, bir eğitim salonu ve çok sayıda çalışma ofisleri olmak üzere içinde kesintisiz internet erişiminin olduğu bir buluşma, eğitim ve destek merkeziydi. O sıcak havada buraya girdiğinizde karşılaştığınız buz gibi hava evinizden size daha cazip bir ortam sunuyordu. Ayrıca içerde bulunan bir masa tenisi ve bilardo masası da buraya özel bir canlılık katmaktaydı.
Kursun ikinci haftasına girdiğimizde kendimizi ortama epeyce kaptırmıştık. Ancak yeni öğrendiğim bir durum ekibin canını sıkmıştı. Kurs önümüzdeki hafta bitecek ve yeni döneme kadar ara verilecekti. Yani 20 Ağustostan sonra tekrar başlayacaktı ama geriye özellikle benim çok az zamanım kalıyordu. Gerçekten hocalara alışmış ve önemli ölçüde özgüven sağlamıştım.
Bu arada “Teksas bölgesine doğru bir gezi yapmayı, bir fabrika gezisini ve en az bir özgün çalışma yapmayı” planlamıştık. FRC’de Çin’den gelen Chin Hua beni çok sevmişti. Aramızda özel bir iletişim oluşmuştu. Salim Hoca ile masa tenisi maçları da başlamıştı. Arkadaşlarımı ve öğretmenleri maça davet ediyordum. Arada güzel bir ortam oluşuyordu. Özellikle kurs sonrası bir-iki saat esprili gruplar halinde masa tenisi maçları yapıyorduk. Who is the best player? I want to play with him or her. Salim hocanın çok hoşuna gitmişti bu. “Tembellik yok, aferin” diyordu, “Hem konuşursun hem çevren genişler, pratiğin artar, böyle devam et, çok iyi, çok iyi.” FRC’de pek çok kişi bizim ekibi tanır olmuştu. Hatta maç için, eğlenceler için davetler gelmeye başlamıştı.
Hafta sonları için bir etkinlik bulmalıyız diye düşünüyordum. Öğretmenimiz Ron, istersek hafta sonu kilisedeki ücretsiz İngilizce kurslarına katılabileceğimizi söylemişti. O hafta sonu erkenden kalktım. Kahvaltımı yaparak hızla yola çıktım. Biraz bakımlı giyineyim, belki o kiliseyi bulurum, bu böyle olmayacak diye düşünüyordum. Yolda rastladıklarıma en yakın kilise nerede, oraya nasıl gidebilirim diye sordum: Gittiğim yönlere dikkatli bir şekilde bakarak ve her duruma karşı bölgenin haritasını da yanıma alarak kiliseye doğru yol almaya başlamıştım. Kilise düşündüğümden çok daha yakındı, üstelik kaybolmadan FRC’ye geri dönmek kolay görünüyordu.
Çekinerek kapıyı açtım, içerden ibadet sesleri geliyordu. Kapıdan dört beş adım içeri geçmiştim ki, ibadeti uzaktan izleyen güler yüzlü biri yanıma doğru hızla yaklaştı: “Hi, How are you doing. My Name is July” dedi. “Hi, good morning, my name is Huseyin, from Turkey” diye cevap verdim. Çok sıcak bir karşılama olmuştu. Bir an kendime güven duydum. Konuşabilmiş, anlaşabilmiştim. July, eşini ve arkadaşlarını tanıştırdı. “Bakın Türkiye’den İstanbul Üniversitesinden Mr Hüseyin” dedi.
Çok ilgi göstermişlerdi. İbadet sonrası arkadaşlarıyla yaptıkları bir toplantıya davet ettiler, onlara katıldım. Sonra international scool denilen, daha çok akademisyenlerin bir araya geldiği bu gruba katılırsam daha yararlı olacağını söylediler. Sonraki haftalarda, hafta sonları kiliseye gidiyor ve oradaki gruplarla konuşarak pratik yapıyordum. Yeni dostluklar ediniyordum. Sürekli kendimi yenilemeye çalışıyor, arkadaşlarımı da teşvik ediyordum. Her gün yeni bir kafe, yeni bir ortam, bir merkez, bir kitap satış deposu, bir alışveriş mekanı öğreniyordum.
Kimseye yük olmadan, ortamı ve çevreyi tanımak ve üniversitenin kampüs olanaklarından yararlanmak istiyordum. Henüz kütüphaneye gitmemiştim. Önünden birkaç kez geçmiştik, ama içeri girip çalışma imkanı olmamıştı. Yaz dönemi kampüs için sürekli dolaşan otobüslerin sayısı azalıyordu. Zaten nasıl binileceğini de henüz bilmiyordum. Kütüphaneye yürüyerek gittim ve içeri girdim. Burada en çok hoşuma giden şey, hiç kimsenin selamsız geçmemesiydi. “Hi, How are you doing?” Ve bir gülümseme işleri kolaylaştırıyordu. Oldukça kolay olmuştu. Geniş ve düzenli bir ortam, yüzlerce bilgisayar ve yazıcı bana garip gelmişti.
Nasıl tarama yapacağımı görevliye sordum, bilgisayara girdi, ID kart, password. Her yerde aynısı geçerliydi. Birden kendimi veri tabanında bulmuştum. Hem Salim hocanın yayınlarına hem de kendi yayınlarıma ulaştım.
Yedi sekiz günlük Teksas bölge gezisi, Stilwater-Austin-Sen Palo-Sen Antonio- Houston-Dallas, Oklahoma City şeklinde planlanmıştı. Gidiş ve dönüşte farklı güzergah belirleyerek farklı yerleri görmek istiyorduk. Bir üniversite, NASA uzay merkezi, birkaç müze mutlaka uğramak istediğimiz yerlerdi. Salim hocanın tanıdığı araç kiralama firmasının sahibi Pam bir araç göndererek bizi FRC’den aldırdı. Şansımıza biraz da Çağatay’ın becerisi ile güzel bir araç düşmüştü. Ekonomik, cip türü, bir yaşında yepyeni bir aracı kiralamıştık. Direksiyona oturdum. Daha deneyimli olduğum için herkes bana güveniyordu.
Aracı bir gün erken almıştık. Çağatay beraber dolaşalım biraz trafiğe alışın diyordu, haklı olarak. Ve bir saat kadar dolaştık. Dönüşe dikkat, geçiş ve dönüş önceliği çok önemli, yaya yola adımını attı mı, mutlaka durulacak, şehir içi hız sınırı çok daha önemli, dur işaretli yerde kırmızı stop lambanız mutlaka yanacak, kampüs içinde sadece misafir parkına park edin. Sonra, haydi FRC’ye akşama biraz daha dolaşırız. Kurallar epeyce farklı geliyordu Türkiye’den ama çabuk alışacak gibiydik.
Ertesi sabah, güzel hazırlıklar yaparak yola çıktık. Termosa çay koyduk, meyve, hazır yiyecekler, sanki özel pikniğe gidiyorduk. İlk durağımız Fort Worth idi. Teksas’ın önemli ekonomik ve ticari güce sahip şehirlerinden biriydi burası. Orada bir gün kalıp dinlendikten sonra, 35 West ile Sen Markos ve Austin’e ulaştık. Austin Teksas Eyaletinin başkentiydi. Burada da bir gün kalarak San Antonio’ya yöneldik.
San Antonio‘da iki gün kaldık. Son derece güvenli, şehir içinde dolaşan su kanalları ile tarihi Aloma kalesi ve eğence merkezleri çok ilgi çekici yerlerdi. Gece 24.00’de çıkıp, bir tur atmak, müzik dinlemek, soğuk bir şey veya bir bira içmek, sonra yürüyerek dönmek çok güzeldi. Buradan sonraki hedefimizde Houston, Nasa Space Center ve şehir merkezi vardı. Özellikle NASA Space Centerde çok zaman geçirmiştik. Sonra Teksas AM üniversitesi, Dallas ve Oklahoma Citiy vardı. Yaklaşık 3,500 mil yaparak mutlu bir şekilde Stilwater’a döndük.
Dönüşte yeniden kurslar başlamıştı. Yeni hocalar, yeni FRC ekibi, yeni bir canlılık getirmişti. Ancak benim çok az zamanım kalmıştı. Dört hafta, çok kısa bir süreydi, zamanı çok iyi kullanmalıydım. Yeniden kütüphane, cami, kilise, üniversitenin açılışı nedeniyle yapılan çok sayıda tanışma partileri ve etkinlik. Bu arada Salim Hocayla planladığımız araştırmanın deneylerini de tamamlamıştık. İki güne bir mutlaka ağabeyimi arıyordum. Zira Onlarla skyp’den konuşmak mümkün olmuyordu. Genelde hep iyiyim Gardaşım diyordu. Ama içimde hep bir endişe vardı. İki günlük bir fabrika gezisi planlamıştık. Idabel’ e yaklaşık yedi sekiz saatlik bir yoldu. Bir gün kalıp bölgeyi de gezerek dönecektik. Bu arada ağabeyim fıtık probleminden sonra ciddi bir damar problemi de yaşamıştı. Her seferinde ana damar açıldı, durumu iyiye gidiyor deniliyordu.
Oklahoma State de Stilwater’da çok sevdiğim ağabeyimin acısını yaşayınca, her şey değişmişti. FRC’de, kilisede ve diğer her yerde gülümseyen, enerji veren özelliğim gitmiş, somurtan, zorunlu olmadıkça konuşmayan birisi haline gelmiştim. Özellikle kiliseden tanıştığımız Leen ve ailesi bu duruma çok üzülmüşlerdi. Yolculuktan bir gün önce akşam yemeğine davet etmişlerdi. Onlarla dışarda bir yerde buluşacağımızı düşünüyordum. Oysa onlar beni evlerinde ağırlayacak şekilde planlamışlardı. Yabancı bir insanı evine almak çok özel anlam taşıyan bir şeydi. Bu aslında verilen değerin de bir ölçüsüydü. Birlikte güzel bir akşam yemeği yedik. Ailelerden konuşuldu, rahmetli Ali Gardaş için yine birlikte dua ettik.
Doğrusu Leenlerin bu insani davranışı beni çok etkilemişti. Bu fiziksel anlamda bir veda yemeğiydi, ama aynı zamanda dünyanın iki ucundaki gönül ve sevgi bağını pekiştiren bir yemek oldu.