Arılar
İnsan hayatı korkularla doludur. Benim de hayatımdaki ilk korkum arı sokması oldu. Köyde dedemgilin arı kovanları vardı, daha çok kendi ihtiyaçları için bal üretmek amacıyla arıcılık yapıyorlardı. Arılarla tanışmam üç yaşındayken başlamış. Büyüklerimin anlattığına göre arı kovanına çomak sokmuşum, arılar da o kızgınlıkla üzerime üşüşmüşler. Onlarca arı vücudumun çeşitli yerlerinden sokmuşlar. Elim yüzüm şişmiş, yaşayacak ömrüm varmış ki, zehirlenmemişim. Ancak üzerimde arıyı ve arı sesini çağrıştıran bir korku kalmış.
Üç ila altı yaşlarında iken nerde bir cızırtı veya vızırtı sesi duysam arı geliyor diye el kol hareketi yapıyormuşum. Bu korkuyla ilgili bir anımı da anlatmak isterim. Olayın geçtiği zaman altı yaşındaydım. Bir gün çok sevdiğim Ahmet amcamgile ailecek gece oturmaya gittik. Amcamın evi iki katlı, duvarları yığma ahşap ağırlıklı bir evdi. Evin birinci katı evlik olarak kullanılıyordu. İkinci kata dışarıdan merdivenle çıkılıyordu; merdivenin bitiminde önünüze çıkan kapıdan içeri girince küçük bir hol ile hole açılan iki oda sizi karşılıyordu. Odalarda ahşaptan yapılma seki mevcuttu. Odanın zeminindeki tahtaların üzerine basınca hafifçe gıcırdıyordu. O gece merdivenleri çıktık, odaya adımımı attığımda tahtanın çıkardığı gıcırtıyı duyunca gözümü tavana dikip ellerimle arı kovalamaya başlamıştım. Benim bu hareketime herkes gülüşmüştü.
1960’lı yılların sonuydu, o zamanlar televizyon yoktu, hatta radyo da çoğu evde yoktu. Herkes birbiriyle konuşur veya konuşulanları dinlerdi. Amcamın sevdiğim bir özelliği vardı; çok güzel hikayeler masallar anlatırdı, bu hikayelere kendimizi öyle kaptırırdık ki, vaktin nasıl geçtiğini anlamaz, çok geç olduğu halde gözümüze uyku da girmezdi. Öyle ki, çoğu zaman amcamgilde yatıya kalırdık.
Amcamın bir diğer özelliğini ise daha sonraları Hun Türklerinin tarihini öğrendiğim zaman idrak ettim. Amcam, atalarımıza ait bir geleneği günümüzde devam ettirdiği için bana göre Hunların son temsilcisi idi. Hun atalarımızdan günümüze kadar gelen bir gelenek tereddüt edilmeden aynen uygulanmıştı. Amcam bu işe razı bile değildi, lakin geleneğe uyması gerektiğinin inancı ile hareket etti, razı olmasa da ağasının dul kalan eşini eş olarak kabullendi. Bu evliliğinden çocukları oldu, ancak amcam bir türlü huzuru bulamadı, sonunda başka biriyle evlilik yolunu seçip eski eşiyle yollarını ayırdı. Maalesef bu olayın çok sayıda mağduru da oldu.
Enkebir
İkinci korkum Enkebirdendi. Enkebir, kötü ruhlarla ilgili bir araştırmaya göre; “Sadece Sivas ilinden derlenen bir efsanede yer alan bir kötü ruhtur. İnsanın göğsüne oturan ve ağırlığı çok fazla olan ruhani bir varlık olarak kabul edilir.” Enkebir literatürde bu şekilde tanımlanmış. Ben de ilkokula yeni başladığım yıl bu kötü ruhu andıran bir rüya görmüştüm. Rüyamda, herhangi bir cismi olmayan ama ardım sıra beni kovalayan bir varlık ile mücadele ediyordum. O varlık sürekli peşimden geliyordu, ondan kurtulmak için köyümüze yeni yapılmış olan sulama göletinin sularına atladım. Bir de baktım ki suya batmıyorum, su üzerinde yürüyorum. Arkama dönüp baktığımda o da peşimden geliyordu. Koşmaya başladım, suyun bittiği yerdeki evlerin bulunduğu duvarlara geldim. O hala peşimdeydi, giderek yaklaştı. Duvara ulaştığımda gidecek başka bir yer kalmamıştı, ayaklarımın bağı çözüldü ve gayriihtiyari yere uzandım. O da gelip üzerime oturdu; boğulduğumu sandığım sırada bu kabustan kan ter içinde uyandım. Rüyada mıydım gerçekte yaşamış mıydım tereddüt içindeydim.
Bu yaşadığım olay, üzerimde uzun yıllar sürecek derin etkiler bıraktı. Artık kendime özgü bir Enkebir’im vardı. Özellikle geceleri ben nereye gitsem o da benimle geliyordu. Her an bana yetişecek ve ensemden tutacak diye ödüm kopuyordu. Giderek böyle bir varlığın yanı başımda olduğu hissiyle birlikte yaşamaya alıştım, dahası kendimi alıştırdım. Beni takip eden görünmez bir varlığı hep hissediyordum. Ancak, bana bir şey yapmıyor, sadece takip ediyordu. Ben de durumu bu şekliyle kabul ettim, birlikte yaşamaya devam ettik. Peşimdeki korkuyu otuz beş yaşına kadar hissettim. Şairin dediği gibi yolun yarısından sonra bu his kendiliğinden beni bıraktı. Belki de benden umudunu kesti.
Ortam Korkusu
Üçüncü korkum ortam korkusuydu. İlk okuldan sonra oluşmuş bir korkuydu. Kalabalık ortamlarda bulunmaktan korkuyordum. Böyle ortamlarda iken bana yönelmiş bir sürü gözün odağındaymışım gibi tedirgin oluyordum. Vücudum da buna uygun tepkiler veriyordu. Yüzüm kızarıyor, avuç içlerim ve koltuk altlarım dikkat çekecek derecede terliyordu. İçim içimi yiyordu, niye ben böyleyim, bu kabustan kurtuluş yok mu diye kendi kendime serzenişte bulunuyordum. Çaresizlik içerisinde kıvranıyordum; aklıma gelen ilk çözüm o kötü anları yaşamama sebep olan her türlü ortamdan uzaklaşma fikri oluyordu. Böyle düşünsem de o tür ortamlara girmekten kendimi alıkoyamıyordum. Derslerime ise çok çalışıyordum, buna rağmen başarı seviyem ortalamanın biraz üzerini ancak geçiyordu. Belki de enerjimin çoğunu korkularıma ayırıyordum. Bu korkum tam geçmediyse de zamanla azaldı.
Yükseklik Korkusu
Dördüncü korkum yükseklik korkusuydu. Yüksek yerlerde bulunmak çocukluğumdan kalma bir korkudur. Amcamgilin iki katlı ve toprak damlı bir evi vardı. Evin damına ikinci kattan uzunca bir merdivenle çıkılıyordu. İlkokula yeni başladığımız sıralarda bu merdivenden çıkar, damın üzerinden köyü, bağı bahçeyi, köyün evlerini kuşbakışı seyrederdik. Bu seyir hali çok hoşumuza giderdi. Özellikle damın kenarına kadar varıp yere bakmaktan ayrı bir heyecan duyardım. Bir gün damın kenarında iken dengemi kaybettim, yanımdaki arkadaşım elimden tutup çekmeseydi aşağıya düşecektim. O günden beri yüksek yerlerde bulunduğum an aşağıya düşüşüm başlar, sanki biri beni aşağı doğru çekiyormuş ya da çekecekmiş gibi hissederim.