Uzun zamandır sevgili dostuma karşı beslediğim duyguları çeşitli vesilelerle dile getiriyor; O’nu ya doğrudan arıyor, ya da yazarak ifade yolunu seçiyordum.
“Hayallerimin sunağı ey sevgili dost;
Epeydir dizginlediğim duygularımı serbest bırakınca gördüm ki, gönlümdeki ateşin hiç sönmemiş; için için yanıp durmuş, kimi zaman alevlenmiş, kimi zaman da susmuş, sessizliğe bürünmüş…Biliyor musun? İçimde, bu ateşin yanmasını, hep varolmasını isteyen kuvvetli bir güç, bir inanç var. Bu güç: Gönlümün eriştiği yere kadar duygularımı coşturmamı ve sana da bunu hissettirmemi istiyor. Sıcaklığının verdiği ilham bana öyle yakın ki, şu an, senin olan bu kalbin atışını dinliyorsun…”
Telefonda bunları söylediğimde hem heyecanımı kontrol etmekte zorlanıyor, hem de bu ilişkinin erişilmez hazzı karşısında bocalayıp duruyordum…
Gönlüme giren tatlı varlığı çok özlüyordum. Uzaklarda da olsa, hep gönlümde, gönül evimdeydi. İsteğim üzerine yeni çekilmiş resimlerini göndermişti. Buna karşılık daha sonra gönderdiğim bir mesaj ile de duygularımı şöyle dile getirmiştim:
‘Sevgili dostum, ne kadar güzelleşmişsin. Seni bir anda karşımda görünce, içimi bir ateştir kapladı, yangın yerine döndüm. Ta ki, gönlüm, güzelliğine alışana kadar, bir o yana bir bu yana savruldu durdu…Öyle tatlı olmuşsun ki, hangi resmine bakacak olsam; nefes nefese kalıyorum…’ En güzel ruh halini yaşadığım bu anı unutamıyordum…
Sevgilinin zarafeti, asaleti ve kendine özgü bakışlarından büyülenmiş gibiydim. Öyle ki; güneşi andıran yüzünde, gökkuşağının bütün renkleri birleşiyor, aklımı başımdan alıyordu. Gönlümü kaplayan bu güzelliğe baktıkça da aşağıdaki gibi kendimden geçiyordum:
“Sarhoş olsam, sakinin sunduğu şarap ile
Öyle geçsem ki kendimden
Binbir gece masallarındaki tuti olsam da
Arzu ettiğin güzellikleri dile getirsem.
Her bahar gönlüne ateş olup düşsem de
Öyle geçsem ki kendimden
korkuya kapılmış ruh halindeki gibi
Şaşırsa, çıksa yolundan akıl melekelerim.”
Artık, akıl melekelerimin şaşırdığını, yolundan çıktığını biliyordum.
“bu öyle masum bir arzuydu ki
gözlerim kapanırken, önümde beliren hayalini
tatlı bir nefes gibi, gün aşırı arıyordum…”
Hani derler ya:
“Gönül meyledince sultanına
ney neylesin
kırılmışsa tezenesi
saz neylesin, söz neylesin…”
gönlümün seyri de, her şeyi önemsiz kılmış gibi, sürüklenip gidiyordu…
Gönlümdeki külleri eşeledikçe, kim bilir daha ne günler görecektim: Belki de zamanın lehime döndüğü gün, bıraktığım o yere geri dönecek; belki de zamanın aralığında, bir yıldız gibi parlayıp sönecektim.
“aşka dönüşecek bir tutkuydu
içimden atamadığım
ne zaman uzaklaşmak istediysem
yakınlaştığım
bırakmadın peşimi duygu yoğunluğum…”
Bu düşünceler arasında gidip gelirken, bazen de sevgiliye gösterdiğim ilgiyi yetersiz bulup, şikayet ediyordum:
“bugünlerde yüreğim coşkun değil
durgunum adeta, fırtına öncesi gibi sessizim
nerde sevgiliye duyduğum
o derin muhabbet, serzeniş
döktüğüm dil, sitayiş…”
Bazen arzularımın içinde kaybolup gidiyor:
“gece karanlık, ay gizemli
gönül dolusu sır gizemli
durgun akan nehir gibi
bu bendeki aşk gizemli”
diyor, bazen de göreceli bir belirsizlik içinde kıvranıp duruyordum. Uzun süredir beni derinden etkileyen, gönlümü nakış nakış işleyen bu güzelliğin kuvvetli tesiri altındaydım. Kara gözlerinde beliren samimi içtenliği, duygularının vefalı dalgaları ile birleşince, gönlüm de şarap içmiş gibi, kendinden geçiyordu. Kapanmayan bir yara olur ya gönülde, işte öyle; gönül yarası da, kapanmadan öylece duruyordu…
“nerdesin sevgili
hani o eskimeyen muhabbetin vardı ya
gönlüm hala onu arıyor.
hadi dostum gel artık, bak kalbim de yoruldu
yokluğuna alışamadığım günlerdeki gibi
gönlüm hala seni arıyor.”
Gönlüm şaşkın bir fırtınaya tutulmuş bir haldeyken, varlığıyla titreyen yüreğimin bahtiyar olmuş duygularını ise şöyle dile getiriyordum:
“Hayat ver ki ey sevgili
Gönül sana akar olsun
Güzel yüzü peri gibi
Gözüm sana bakar olsun
Gönül ister sevincini
Tatlı dili yakar olsun
Hele bir de mecnun gibi
Gönlüm sana akar olsun…”
*****
“bak işte yine aklımı durdurdu
önünde diz vurduğum güzelliğin
eylülün sarı sevincine dadanmış
hüzünlerini kucaklamak isterdim…
biliyorsun, hayata karşı uslu durmak yok!
keyfince sürdür bu yarışı
bir gün gelir hüzünlerin sona erer…”
Sevgilinin hüzünlerine ise cevap veremediğim için üzülüyordum…
“görünüşüne bakma sen
içinde neler barındırıyor bir bilsen
dinlemiş olsaydın kemale ermişin sözünü
kaybolup gitmezdin gerçeğin derinliğinden
biliyorum; geçmiş de bir gelecek de
bunlar için ne söylersek boş ise de
hayatımıza bir renk bir ahenk katılırsa
gönlümüz bu gece de sarhoş olacak de”
Kim bilir, belki de öyle bir dünyada, gönül sarhoşu olmak istiyordum.
“içinde hatıralar vardır yılların eskitemediği
sırra ermiş kimi dostlukları barındırır
bizimkisi de öyle bir hatırayı paylaşırken
bir köprü gibi gönülden gönüle ulaştırır…”
O köprüyü kurarken bu ilişkinin sürmesini, bu sevgi ve dostluk ateşinin gönüllerimizi ısıtmasını, ertesi yıllarda da hep var olmasını diliyordum…
“ilk tanıştığımız anı hatırlıyor musun
hani aynı duyguları paylaşmıştık
daha dün gibi geliyor, inan bana dostum.
Bir gün olur, düşerse yere kımılda, canlandır
her şeyi yerle bir et, uyandır onu dostum…”
Buna izin vermeyecektim ama yere düşerse de onu canlandırmaktan kaçınmayacaktım.
Bazen insan bir şeyler anlatmak ister de anlatamaz, dili tutulur ya, ben de öyle bir durumdaydım. Oysa içimdeki hisler sevgiliye doğru koşuyor, hayalimdeki sessiz gemi oluyordu. Beyaz kuğuyu delice seven sessiz bir gemi…
Biri sessiz gemi: yavaş hareket ediyor, risklere karşı ihtiyatlı ve oldukça temkinli; diğeri ise, yelkenlerini rüzgara karşı açmış, beklemekten yorulmamış, umudun simgesi olduğuna inandığı beyaz gelinlik giymiş bir kuğu idi. Beyaz kuğu suya her dalışında ve yüzeye her çıkışında umutlarını, beklentilerini de açığa vuruyordu. Sessiz gemiyi beklerken, onun geçeceği yola gözlerini dikiyor, uzun süre hayallere dalıyordu. Sessiz geminin bir gün kendisini alıp uzaklara, sığ suların olduğu, kimsenin kendilerini rahatsız edemeyeceği yerlere götüreceğine inanıyordu. Beyaz kuğunun bakışları ufka dalarken hep bunları hayal ediyor, daha başka şeyler de hayal ediyordu… Onu düşünürken neden heyecanlandığına da bir türlü anlam veremiyordu. Acaba o da kendisini düşünüyor muydu? Tüm bunlar onun kafasını meşgul ediyor, bütün zamanını alıyordu. Sessiz gemi de ona karşı ilgisiz değildi. Şimdiye kadar sessiz kalışına herhangi bir anlam yüklemek istemiyordu. Zaten hayatın kendisi de yapabileceklerini sınırlandırıyordu. Sessiz de olsa beyaz kuğuyu seviyordu. Aklından hiç çıkmıyor, gönlündeki ateşi için için yanıyor, kimi zaman alevleniyor, kimi zaman da susup, sessizliğe bürünüyordu…
Sevgi, saygı, iyilik, vefa, hoşgörü, ilgi ve şefkat gibi daha nice değerli davranış varsa hepsi Beyaz Kuğu’da toplanmıştı. Beyaz Kuğu’nun hayata bağlılığı ve zorluklara karşı gösterdiği mücadele azmini gördükçe ona olan sevgim, takdir ve hayranlığım giderek artıyordu. O’nu neden bu kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyordum…